DİVAN KÖŞESİ / Akif NECİPSOY
Aşk; genelde edebiyatın, özelde şiirin, biraz daha özelde de divan edebiyatının en vazgeçilmez temalarından biridir şüphesiz. Bu aşk beşeri olsun ilahi olsun ya da milli duygulara ilişkin olsun şiirde adeta kanatlanır, sevgilinin muhayyile sokaklarında esrara büründürülmüş bir halde gezer de gezer. Divan edebiyatı alanında örnekler veren ve evliyaullah diye tabir edilen hak dostlarının dizelerinde ise aşk yalnızca Allah ve peygamber aşkına indirgenmiştir dense abartı sayılmaz sanırız. İsmi, sıfatı ne olursa olsun; tasviri nasıl yapılırsa yapılsın, aşk okları hep aynı sevgiliye yönelmiştir.
Yalnız hak dostlarının satırlarına yansıyan duyguların normal şairlerin dizelerinde anlatılmaya çalışılan duygulardan belki en belirgin farkı; şairler bazen hayal dünyasına ağırlık vererek gerçekte yaşamadığı duyguları da satırlara yansıtabilirken, hak dostlarının her bir dizesi, hatta her bir dizenin her bir kelimesi adeta onların yaşam tarzından, gönlünde coşan ırmağın dışa yansıyan hakiki numunelerinden örnekler vermektedir. Ve onların şiirlerini okuyanlar da, gönül iklimlerinin onların gönül iklimlerine olan yakınlığı nispetinde satırların derin manalarına nüfuz edebilir.
Hal böyle olunca; tam ve doğru anlama iddiasında bulunmamakla birlikte, hakiki gönül hazinelerinden inciler sunan bu tür şiirlerin yer yer gündemde tutulması, derin manalarına işaret edilmeye çalışılmasının, insaf ehli edebiyat camiasının üzerine bir borç olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu kanaatin neticesi olarak bu sayımızda Divan Köşesi’ne Darende’de bulunan Es-Seyyid Hulûsi Efendi Vakfının yakın dönem Nakşibendi şeyhlerinden Osman Hulusi Efendi’nin bir şiirine yer vermek istedik. Merhum Şeyh Efendi’nin gönül pınarından çağlayarak satırlara dökülen şiirlerinin toplandığı Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî isimli eserde yer alan bir şiir seçtiğimiz. Divan hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse; daha çok aruz vezni kullanılmış, az da olsa hece veznine de yer verilmiştir. Muhittin Tütüncü tarafından Arap harfleriyle kaleme alınan Dîvan, 1986 yılında latin harfleriyle basılmıştır.( Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, İstanbul, 1986) En çok göze çarpan hususiyetlerinden birisi, şiirlere isim verilmemiş, “Harfü’l Elif”, “Harfü’l Bâ” gibi Arap alfabesinin harfleri temel alınarak bir tasnif yapılmış, bunda da uyaklı mısraların son harfi esas alınmıştır.
Bu kısa tanıtımdan sonra her biri ayrı bir hazine barındıran şiirlerin içinden zorlanarak şeçtiğimiz şiirin efsunlu sokaklarında gezintiye çıkalım isterseniz:
Sînemi gamzen ile çâk çâk edip kan etmesen
Kim kılardı böyle bir lütfu sen ihsan etmesen
Yukarıda bahsettiğimiz genel açıklamalarda da yer aldığı üzere, bu şiir doğrudan Allah aşkına ilişkin olup hitap edilen sevgili bizatihi Hak Teâlâdır.
Sen yüreğimi gamzenle parçalayıp kan içinde bırakmasaydın/ Böyle bir ikramı sen vermeseydin kim verebilirdi
Sevgilinin gamzesiyle, muhabbetli bakışıyla aşığın yüreği parçalanıp kan revan içinde kalmıştır. Şair anılan beyitte, bu durumdan şikayet etmemekte bilakis bu hali kendisine sevgilinin sunduğu eşsiz bir lütuf olarak görmektedir ve bu lütfu da ancak sevgilinin ihsan edebileceğinin altını çizmektedir.
Îd-i vaslından ümidim kat’olurdu sevdiğim
Târ-ı zülfün tek bu ahvâlim perîşân etmesen
Eğer saçının tek bir teli yahut saçının telinden esen bir rüzgar benim halimi perişan etmeseydi, sana kavuşma bayramından ümidimi yitirirdim ey sevgili.
Şair sevgilinin bir tek saç telinden dahi ahvalinin perişan olduğunu gördükçe ona olan kavuşma ümidini de muhafaza etmektedir ve ona kavuşmayı da aynı beyit içerisinde bayram olarak nitelemektedir.
Yüz açıp aklın alan sensin yine uşşâkının
Kim sana hayrân olur sen sana hayrân etmesen
Yüzünü gösterip aşıklarının aklını başından alan yine sensin/ Sen o aşıklarını kendine hayran etmesen kim bu hayranlığı onlara verebilir
Yüz açmak; sevgilinin nazarını, bir kısım tecellilerini aşıklarının gönlüne düşürmesi anlamında kullanılmıştır. Aşıklarının gönlüne nazar edip tecellilerinden esintiler sunarak onların aklını başından alan yine sensin ey sevgili. Ki, sen bu şekilde bir gönle tecelli edip o gönül sahibini kendine hayran etmesen, kim böyle bir tecelliye mazhar olup da sana hayran olabilir diye sesleniyor şair ve sevgiliye hayranlığını yine sevgilinin ihsanı olarak görmekte bu beyitte de.
Şâhid olmazdı şehâ bağrım leb-i ruhsâr ile
Katre katre hûn ilen rengin gülistân etmesen
Bağrım/gönlüm senin yüzünün güzelliğinin kıyısına dahi aşina olmazdı ey şahım/ eğer sen onun rengini katre katre kan ile gül bahçesine çevirmeseydin.
Şair, eğer sevgili kendisinin gönlünün rengini katre katre kan ile gülistana çevirmeseydi, kendisinin de onun yüzünün güzelliğinin bir kıyısına dahi aşina olamayacağını anlatmaktadır. Sevgilinin güzelliği onun kainatta gözüken tecellileri olarak düşünüldüğünde, şair; eğer sevgili tarafından gönlü bu aşka düşürülmeseydi, kendisinin onun bahsi geçen tecellilerinin az bir kısmına bile aşina olamayacağına işaret ediyor gözükmekte.
Gönlümün hâlin görüp hayran olurdu andelib
Şem-i bezm-i vaslına pervâne sûzân etmesen
Bülbül benim gönlümün halini görüp de hayran olurdu/ eğer sen onu kavuşma meclisinin güneşinin etrafında dönerek yanan bir kelebek etmeseydin
Şair; bülbül örneğinden yola çıkmış, eğer bülbül sevgili tarafından vuslat anının güneşi etrafında dönerek yanan bir kelebek haline getirilmeseydi, yani o derece büyük bir aşka düşmeseydi, kendisinin gönlündeki aşka bakıp ona hayran olacağını veciz bir ifadeyle anlatıyor.
Kim bulurdu vahdet-i zatına kurba vasla yol
Kahr u lutf u hicr ü vaslı cümle yeksân etmesen
Onun bizatihi zatının yakınlığına ulaşmaya kim yol bulabilirdi/ eğer o; acı, keder, ikram, iyilik, ayrılık, kavuşma gibi hislerin tümünü aynı manada birleştirmesen.
Sevgilide fena olma makamı anlatılmaktadır bu beyitte. Aşık sevgilide o derece fani olmuştur ki, onun için artık acı/sevinç, iyilik/kötülük/, ayrılık/kavuşmak gibi zıt kavramlar ona tesir etmemektedir. O, kendini bu hislerin tümünden arındırarak sadece sevgiliye yakınlığın zevkini sürmektedir.
Bu Hulûsî’nin şehâ ruhu kan ağlar haşre dek
Îd-i vaslında anı leb teşne kurbân etmesen
Ey Şah’ım! Bu Hulusi’nin ruhu mahşere kadar kan ağlar/ Kavuşma bayramında onu sen susamış bir halde feda etmesen
Şair; sevgiliye, eğer kendisini kavuşma bayramında onun aşkına susamış olarak kurban etmese, ruhunun mahşere kadar bu kavuşma bayramını gözlemekten kan ağlayacağını anlatmakta.
Kelimelerin yüzeysel anlamlarını çözümleyerek bu mısralara anlam yüklemek şüphesiz ki şiirin, şairin gönül dünyasında derinleşen manalarına ulaşmakta eksik kalacaktır. Hakiki manasına ancak onlar gibi gönül ehli yaklaşabilir. Bizler o iddiada olmadığımız için, kendi anladığımız ölçüde, şiirin pek derin anlam okyanusundan ancak bir damla sunmaya muvaffak olabiliriz. Şiiri okuyan her okura elbette kendi liyakati ve kapasitesi ölçüsünde farklı ufuklar ve kapılar açılacak, her bir mısra belki de keşfedilmemiş ne sırlar fısıldayacaktır.
Akif NECİPSOY