DİVAN KÖŞESİ / Rahim EFE
CÂNI KİM CÂNÂNI İÇÜN SEVSE CÂNÂNIN SEVER / Rahim EFE
Sanatı ve elbette edebiyatı besleyen en önemli tema, aşktır. Bu temayla oluşturulan eser, mahalli olandan hareket ederek evrensel olanı yakalayabilir. Divan şiiri de hayatın hakikatini aşk üzerinden okumuş, kul ve Tanrı arasındaki ilişkiyi dahi aşk ile izah etmiştir. Bu anlayışta tasavvufun etkisi yadsınamaz. Tasavvuf, ortaya koyduğu İslami terbiye ile kulun Allah’a giden yolda sahip olması gereken hasletleri belirlemiştir. Bu hasletler, sadece dervişlerin değil tüm Müslümanın sahip olması gereken hasletler olduğu için tasavvuf kendiliğinden Müslümanlar arasında yayılmıştır.
Fuzûlî, şiirlerinde tasavvuftan ciddi oranda beslenmiş lirik bir şairdir. Onun şiirleri, “İslam garip geldi garip gidecek.” mealindeki hadisin bir açılımı gibi çile ve ıstırap doludur. Bu çile ve ıstıraba rağmen, “Aşk derdiyle hôşem el çek ilâcumdan tabîb” diyecek kadar geçmiştir bu dünyadan. Leyla ve Mecnun mesnevisi, Fuzûlî’nin beşeri aşk ve ilahi aşk arasındaki ilişkiye nasıl baktığının bir örneğidir. Leyla ile kavuşma anında Mecnun’un dilinden şunları söylüyor Fuzûlî: “Ger ben ben isem nesin sen ey yâr / Ger sen sen isen neyim men-i zâr” Aşk, sevgilinin varlığında kendi varlığını yok etmektir. Aşk, benlik iddiasından vazgeçmektir. Fuzûlî’nin şiirleri bu açıdan okunursa anlam kazanacaktır. Biz de bir gazelini bu açıdan şerh etmeye çalışacağız.
Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever
Cânı içün kim ki cânânın sevse cânın sever
(Kim canını cânânı için severse cânânını sever. Kim cânânını canı için severse canını sever.)
Cenab-ı Hakk bir kutsi hadiste “Ben gizli bir hazine idim; bilinmekliği sevdim, mahlûkatı yarattım.” İnsanoğlunun yaratılış gayesi Rabb’ini bilmektir. Bilmek ancak sevmekle mümkündür. Bu yüzden insanın en büyük ibadeti aşktır. Yunus Emre, “Yaradılanı hoş gördük / Yaradandan ötürü” derken mahlûkata duyulan sevgide dahi Allah’ın hoşnutluğunun gözetilmesi gerektiğini vurguluyor. İsmet özel’in “Allah, insanı iddiasından vurur.” sözü bu minval üzere okunmalıdır. Hepimizin bir iddiası var ama kalplerimizdekini ancak Allah bilir ve Allah ihmal etmez, mühlet verir.
Bu beyitteki cân ve cânân, kul ile Allah’ı ifade ediyor. İnsan, kendinde olan bütün güzellikleri Allah’ın güzelliğinin bir yansıması olması sebebiyle severse Allah’ı sevmiş olur. Kendi nefsi için sevgilinin muhabbetini arzulayan kişi ancak kendi kendine âşık olmuş biridir. Bu beyit, “ölmeden önce ölmek” düsturunu da hatırlatıyor. Vahdet-i vücut felsefesine göre kâinatta bulunan her şey Allah’ın varlığının bir tecellisidir. İnsanın esas aşkı tatması için önce benlik davasından, evladüiyalden geçmesi gerekir.
Her kimin âlemde miktârıncadur tab’nda meyl
Men leb-i cânânumı Hızr âb-ı hayvân’ın sever
(Âlemde herkesin meyli tabiatındaki kapasiteye göre değişir. Ben cânânımın dudağını severim, Hızır ise ölümsüzlük suyunu sever.)
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” mealindeki ayetin sırrı, insanın öğrenmekle yükümlü ve bildiğinden mes’ul olduğudur. İnsan, fıtrat üzere yaratılmıştır. İnsanın meyli de fıtratı üzere olur. Cennet nimetlerinin de kulluğun derecesine göre olacağı söylenir. Beyitte cânânın dudağını arzulayan ham insan ile ölümsüzlük suyunu yani ebedi hayatı arzulayan kâmil insanı temsil eden Hızır karşılaştırılıyor. Ölümsüzlüğü arzulayan kişinin geçici dünya nimetlerine sırtını dönmesi gerekir. Bunu başarabilmek de fıtrat üzere olur. Tekkeye gelen her insan doğrudan içeri kabul edilmez, birtakım imtihanlara tabi tutulurdu ki fıtratı ortaya çıksın. Bu yolun gönüllüsü olup olmadığı anlaşılsın. Ayrıca, nefsini terbiye etmek ve kâmil insan olmak için her insanın farklı bir yol izlemesi icab eder.
Başa dem düşdükce taksîr eylemez eyler meded
Ol sebebden muttasıl çeşmim ciğer kanın sever
(Vakit gelip de başıma kan üşüştükçe gözlerim hiç kusur etmez, yardıma koşar. Bu yüzden gözlerim hep ciğer kanını sever.)
Bu beyitte dünya nimetlerinin nefse hoş gelmesi nedeniyle dünya için kavga edildiği vurgusu var. Vahşi hayvanlar avlarının önce ciğerlerini parçalar çünkü hem lezzetli hem besleyicidir. Ayıların nasıl avlandıkları ile ilgili bir hikâye şöyledir: Bıçağın sivri tarafına balık kokusu sürülür ve bıçak suyun dibine bırakılır. Kokuyu alan ayı bıçağı yalamaya başlar. Dilinden akan kanın kokusu hoşuna gider. Böylece vücudundaki bütün kan çekilene kadar bıçağı yalamaya devam eder. En sonunda düşüp ölür. Nefsinin esiri olan insan, kendi kanını emen ayıdan farksızdır. “Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur.” Mealindeki ayetin sırrı işte budur.
İnsan yaşlansa da dünya her daim körpe bir güzeldir. Gönül bu körpe güzelden asla geçmez. İnsana düşen bu güzelliğin hakikat yurdu önünde bir perde olduğunun ayırdına varmak ve öz yurdunun hasretiyle bu güzellikten geçmektir.
Müşg-i Çin âvâre olmuşdur vatandan men kimi
Hansı şuhun, bilmezem, zülf-i perîşânın sever
(Çin miski benim gibi vatanından uzaklaşmış, avare olmuştur. Hangi şûhun dağılmış saçlarını sever, bilmiyorum.)
İnsan gurbettedir ve öz yurdunun hasretiyle yaşar. Öz yurdundan getirdiği tek şey, gönlündeki hakikat nefesidir. Çin miski kıymetli bir meta olması nedeniyle insanın eşrefi mahlûkat oluşunu simgeler. Bu kıymetli meta şûh bir sevgilinin dağılmış saçları uğruna diyardan diyara sürüklenip gider. Kendini heder eder. İnsan da öz yurdundan sürgün edildiği bu gurbet yurdunda, harap olacak güzelliklerin peşinde kendi kıymetini heba edip durur.
Burada dervişlerin gurbete çıkışına da bir gönderme var. “Gurbet olmadan kurbet olmaz.” buyururlar. Kurbet, yakınlaşmak demektir ki kurban da aynı kökten türemiştir. İnsanın önce uzaklaşması, sonra yakınlaşması gerekir. İnsanı Allah’a ulaşmaktan alıkoyan her şeyden uzaklaşmak, Allah’a yaklaşmanın tek yoludur. Kelime-i tevhidin “Lâ” nidasıyla başlamasında da aynı hikmet vardır.
Su ki sergerdân gezer başında vardur bir hevâ
Gâlibâ bir gülruhun serv-i hırâmânın sever
(Su, başı dönmüş halde gezer; başında bir hevesi olmalı. Sanırım bir gül yanaklının salınan selvi boyunu sever.)
“Su Kasidesi”nde yer alan “Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl/ Başını taştan taşa urup gezer âvâre su” beyti, su ile peygamber efendimizin manevi temizliği arasında bir ilişki kuruyor. Su temizleyiciliğini Hz. Muhammed(sav) efendimizin maneviyatından alıyor. Burada “gül yanaklı” ve “selvi boy” ifadeleri, “heves” sözcüğüyle birlikte düşünüldüğünde dünyalık heveslerin baş döndürücü, gelip geçici bir sarhoşluk hali olduğu anlaşılır. Ayık olan sarhoşluğun ne kötü bir şey olduğunu elbette hesap edebilir.
Âkıbet rüsvâ olub, mey tek düşer il ağzına
Kim ki bir sermest sâkî la’l-i handânın sever
(Kim bir sarhoş sâkînin gülen lâl dudağını severse sonunda rezil rüsvâ olur, mey gibi ellerin ağzına düşer.)
Su testisi su yolunda kırılır, derler. Gül bahçesine giren gül kokar, meyhaneye giren şarap kokar. Sarhoş saki, dünyanın geçici nimetleriyle mutluluk vadeden insandır. Kim ki o insana kanarsa sonunda rezil olur. Nefs doyumsuzdur. Dünya nimetleriyle nefsi doyurmanın imkânı yoktur. Doymayan nefs saldırganlaşır ve insanların yüz karası haline düşer. Beyitin ilk dizesinde, “mey gibi ellerin ağzına düşmek” ifadesinde, güzel bir tevriye sanatı var. Hem mey kadehinin ağza götürülmesi hem de dedikodulara alet olunması kastediliyor. “Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur” dizesinde de benzer bir vurgu var. Allah’ın dışında bir sevgili arayanlar, nihayetinde bu geçici sevginin peşinde kendilerini mahvedeceklerdir. Allah’tan başka kudret tanıyanların sonu elbet berbad olacaktır.
N’olacakdur terk-i ışk itme Fuzûlî vehm idüp
Gâyeti dirler ola bir bende sultânın sever
(Fuzûlî! Kuruntulara kapılıp da aşkı terk etme. Ne olacak sanki? Diyecekleri söz “Belki bir kul sultanını seviyor” cümlesidir.)
Aşka ve sevgiye dair söylenen bütün laflara rağmen âşık yolundan dönmemeli. Bu yol, ayıplanmaktan korkanların yolu değildir. Dünyada bir kölenin sultanını sevmesi, ona muhabbet beslemesi nasıl normalse, kulun Allah’a muhabbet duyması ondan kat be kat fazla normaldir. Âşık, kınanma korkusundan geçmiştir. Mahşeri kalabalıkta gözü sevgiliden başkasını görmez ki başkalarının bakışlarından rahatsız olsun.
Rahim EFE