DENEMELER
DENEMELER
avatar
26 Eylül, 2021
915 gösterim

DOĞADA YAŞAMAK ZOR BELKİ AMA DOĞAYLA YAŞAMAK MÜMKÜN / Erhan ÇAMURCU

Doğa insan olmadan da yaşar ama

insan, doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.

Paul Ehrlich

Doğa Hayatın Neresinde?

Pandemi sürecinin bütün dünya toplumlarına ve elbette Türk halkına gösterdiği önemli bir hakikat de insanın doğadan ayrı yaşamasının mümkün olmadığıdır. Son yıllarda, yapay ortamlarda yaşamın mümkün olup olmadığı sorusundan hareket eden pek çok kitap ve film yayınlandı. Reklamlarda, siyasi söylemlerde insanın beton yığınları arasına hapsedildiği vurgusu yapıldı. İnsanlık; doğadan çaldıklarının üzerine doğayı dışarıda bırakan bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyordu. Köyden kente göçün hızlanması, ekilebilir arazilerin genişlemesine rağmen ekilen alanların daralması, şehir merkezlerinin gözle görülebilir bir biçimde ağaçsızlaşması, nesli tükenen veya tükenme tehlikesi altında bulunan hayvan ve bitki sayısının hızla artması gibi pek çok olay insanoğlunun doğaya karşı vefasızlığının bir göstergesi olarak karşımızda duruyordu. Bütün bunlara rağmen, insanın daha mutlu olmasının yolu on binlerce insanın tıkış tıkış doldurulduğu alışveriş merkezlerinde, bahçesinde üç beş ağacın dahi bulunmadığı onlarca katlı gökdelenlerde arandı. Belki de doğa için kenara çekilme vakti gelmişti ama insanoğlunun hesaba katmadığı bir gerçek vardı: “Her şey aslına rücu eder.” mealindeki ayetin sırrı gereği doğa da vakti geldiğinde kendine ait olanı alacaktı.

İnsanoğlunun vefasızlığına karşı nazlı bir sevgili gibi yüzüne hasret bıraktı doğa. Bu sırada kendine ait olanı geri aldı. Kaldırım taşlarının arasından fırlayan çiçekler, sokaklarda özgürce dolaşan hayvanlar, temizlenen hava ve daha pek çok olay doğanın hâlâ yaşamın merkezinde olduğunun bir kanıtı oldu. İnsanlar evlerinde kaldıkları süre boyunca esas yurtlarının bu beton yığınları olmadığını fark etti. Büyük şehirlerden kasabalara ve köylere doğru göçler arttı. Bahçeli, müstakil evler apartmanlara tercih edilmeye başlandı. Doğayla iç içe zaman geçirmek için tatil planlarında karavan ve çadır ön sıralara yükseldi. Evlerde dahi çiçek yetiştirme ve hayvan besleme alışkanlığı gelişti. Bu süreçte psikologların ya da yaşam koçlarının en önemli önerisi “doğaya yakın olmak” oldu. Sadece ekonomik açıdan ya da sağlık açısından değil yaşam kalitesi ve mutluluk parametresi bakımından da bu süreci en hasarsız atlatanların kırsalda yaşayanlar olduğunu görmek için bilimsel makalelere gerek yok.

Doğa Müfredatın Neresinde

Okullarımız, çocuklarımızın hayata hazırlandıkları alanlardır. Hayatın içinde karşılaşacakları her türlü problemin çözümünü öğrendikleri, içinde yaşadıkları topluma ve insanlığa hizmet edebilmeleri için gerek duydukları birikimi kazandıkları, kendi varoluş sebeplerini buldukları, kısaca kendilerini gerçekleştirme becerilerini edindikleri zorlu bir süreçtir. Bu nedenle eğitim sürecinin merkezinde öğrenci olmalı ancak öğrencinin ehil ellerle yönlendirilmesi esas alınmalıdır. İnsanın biricikliği ilkesinden hareketle bireysel farklılıklar göz önünde bulundurulmalıdır.

Çocuklarımızın okulda kaldıkları süreyi, zorunlu olarak aldıkları dersleri ve kazanımları artırarak onların daha bilgili olmalarını sağlayamayız. Öğrendiği bilgiyi tatbik etme şansı bulamayan öğrenci bütün bir eğitim sürecini sorgulamaya başlıyor. İlkokuldan itibaren verdiğimiz İngilizce eğitiminin toplumsal hayatta herhangi bir karşılığı yok. Bütün öğrencilerin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi notu yüksek olmasına rağmen ahlaki değerlerimizde büyük bir yozlaşma var. Türkçe dersi sözcüğün yapısını öğretiyor ama sözün kıymetini öğretemiyor. Tarih dersinde zaferlerimizle gurur duyarken bugünün küresel düşmanlarına karşı gözlerimizi kapatıyor. Coğrafya dersi denize paralel uzanan dağları öğretiyor ama yağmurun sıcaklığını değdiremiyor vücutlarımıza. Hasılı, kitap yüklü merkeplerden öte geçemiyor öğrenciler.

Çocuklarımıza “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” tartışmasını okumayı ve gezmeyi özendirmek için yaptırmış olsak da gelinen noktada çocuklarımız gezmenin de okumanın da kıymetinden habersiz. Raskolnikov’la tanışmamış birisine vicdandan, Selim Işık’ı tanımamış olana tutunamamaktan, Vanya Dayı’yı duymamış olana çalışmanın kıymetinden bahsetmek ne derece faydalı olur bilemiyorum. Bakırın simgesini, periyodik cetveldeki yerini, kullanım alanlarını ezbere bilen bir öğrenci kimya bilgisine vakıf olmuş mudur? Karadeniz Bölgesinin fiziki özelliklerini, iklimini, bitki örtüsünü sular seller gibi sayan bir öğrenci gerçekten bu bölgenin coğrafyasına hâkim midir? Yağmur sonrası toprak kokusunu, çiçeklerin yağmur suyunu emişini, suların kopardığı kaya parçalarını, oksitlenmiş bir bakır parçasını, tezek halinde bir kireç taşını, kuşların birbirinden farklı ötüşlerini, evcil ve vahşi hayvanların davranış biçimlerini bizzat yaşayarak öğrenen insan diploma sahibi olmadığı için cahil mi sayılmalı? Doğayla iç içe yaşayan insan daima hayret halindedir çünkü Allah’ın Halik sıfatına her an şahitlik eder. Eğitim süreci öğrencileri bu şahitlikten uzaklaştırarak hayret etmekten alıkoyar. Yahya Kemal’in bir dizesinden hareketle “İnsan âlemde hayret ettiği müddetçe yaşar.” desek yanlış olmaz sanırım. Doğa resmi müfredatın dışında olsa da hayat okulunun gayrı resmi müfredatının merkezindedir.

İnsan Doğanın Neresinde?

“Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.” mealindeki ayet, insanın bizzat doğadan olduğunun delilidir. Allah; ilmini ve kudretini sebeplere gizlemiştir. İnsanın fiziki yanıyla dünyayı, ruhani yanıyla ahireti istemesi onun yaratılışında İlahi sır gereğidir. İslam dini, gündelik hayatın planlanmasında ve toplumsal kuralların belirlenmesinde doğayı referans almıştır. Güneşin ve ayın hareketleri ve konumları ibadet esaslarının belirlenmesinde ölçüt olmuştur. Toprağı kutsal, suyu aziz kabul etmiştir. Hayvanları Allah’ın emaneti olarak görmüş, nimetleri helalinden yemeyi öğütlemiştir.

Kadim şehirlerimizde evler, doğal yaşamın bir parçası olarak inşa edilir, doğayla uyumlu bir görüntü oluştururdu. Şehir merkezlerinin simgesi çınar ağaçları, mezarlıkların asil bekçisi serviler, evlerimizin bahçelerini süsleyen güller ve daha nice bitkinin manevi hayatımızdaki karşılığını unuttuk. Salonlarımızı yapma çiçekler süslüyor artık. Bilgisayarlarımızın ekranındaki manzara resmi içimizdeki doğa hasretini dindirmeye yetiyor artık. Şehirlerimizde hobi bahçeleri sayesinde stresimizi atıyoruz çok şükür. Toprak, teyemmümdür; temizler insanı. Bakmayın vücudun elektriğini alır dediklerine, Allah rahmetine toprağı vesile kılıyordur. Günümüz insanının doğada yaşaması elbette zordur lakin doğayla barışması, doğayla bütünleşerek yaşaması, doğanın hakkını teslim etmesi kendi mutluluğu için de şarttır.

Erhan ÇAMURCU