DENEMELER
DENEMELER
avatar
04 Şubat, 2022
997 gösterim

DUMANSIZ YANGIN / Hayrettin DURMUŞ

Rahmetli anacığım “Allah kimseyi ağıt gününe koymasın oğlum!” dese de gözlerinden süzülen yaşlara şahitlik etmişliğim vardır. Akan gözyaşları yanağına sızdıkça içindeki yangın da büyürdü. Yüreği yanıktı anacığımın. “Dam Başında Sarı Çiçek” türküsünü duydu mu “Deden bu türküyü çok severdi.” deyip başlardı ağlamaya. Radyoda “Gökyüzünde bölük bölük Turnalar/ Yok mu gayretiniz aldı dert beni” bozlağı okunmaya başlayınca bir “of!” çekerdi, sanki evin her yeri alev alev tutuşurdu.

Babam öldüğü zaman halam bizim evin önünde bir ağıt yakmıştı:

“Aşağıdan gelen Acem kınası

Yok mu bunun ağlayacak anası

Çıkar mı ciğerden kardeş acısı

Benim ağlayacak hallerim mi var? Yuğ, Yuğ…

 

Evlerinin önü ördekli kazlı

Biz de bir ev idik gelinli kızlı”

Halam da vefat etti yıllar sonra. Ne o ev kaldı, ne gelinler kızlar... Çocukların da, ördeklerin de sesi kesildi.

Gizlemeyin gözyaşlarınızı. Gözünüz yaşarıyorsa kalbinizdeki merhamet damarı kurumamış demektir. Çekinmeyin, ağlayın ağlayabildiğiniz kadar. Ağlamayı bilenler anlamasını da bilirler.

Ağıt, ölen bir kimsenin ardından söylenen halk türküsüdür. Türküden çok “ağıt yakma” olarak adlandırılır. Hatta bunu söyleyenlere “ağıtçı” denir. “Düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı” sözü boşuna yerleşmemiştir dilimize. Bu söze farklı anlamlar yüklense de biz gerçek anlamıyla anlayalım.

İnsan var olduğu günden beri acı ve sevinç de var olmuştur. Belki de ilk ağıt yakan, oğlunu kardeş katline kurban veren Havva’dır. Oğlu Habil için gözyaşı dökmüş, ağlamıştır muhakkak.  Belki katil olan Kabil için de ağlamıştır. İkisinin de anasıdır çünkü.

Türk Milleti’nin İslam’ı kabul etmeden önceki dönemlerde yaktığı ağıtlara “Sagu” denildiğini biliyoruz. Saguya “Yuğ” da denir. Ağıtçı kadınların arada “yuğ, yuğ” çekmeleri bundandır. Bilinen en eski sagu “Alper Tunga Öldü mü” sagusudur. Bir milletin hakanının ölümü üzerine söylenen ne dokunaklı sözlerdir o sagu. İslam’ı kabul ettikten sonra yakılan ağıtlara da özellikle divan edebiyatında “Mersiye” denilmiştir. Bildiğimiz en etkili mersiyelerden birisi de Taşlıcalı Yahya Bey’in  “Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı / Ecel Celâlileri aldı Mustafa Hanı” diye başlayan Şehzade Mustafa Mersiyesidir.

Ağıt; kalbin tutuşması, yüreğin yanması, çekilen ıstırabın, dökülen gözyaşının dile gelmesidir. Bozlaklara kardeştir. Yüreği yanan bir ananın çığlığıdır ağıt. İşte size bir örnek:

“Şubeye vardım da künyen okundu

Emirdağı başımıza yıkıldı

Dostlar ağladı da düşman bakındı

Dön gel oğlum dön gel kurban olayım

Sana kırk belikli gelin alayım.”

Gün geçmiyor ki bir şehit haberi yüreklerimizi dağlamasın. Her birinin ardında acıklı hikâyeler var. Söyleyeceklerimizi büyük romancımız Ahmet Hamdi Tanpınar “Türküler Anadolu insanının romanıdır.” diye bir cümleyle ne güzel özetlemiş. Tanpınar, Huzur romanında Mümtaz’ın dilinden seferberlik türkülerini, Yemen türkülerini, Konya ve Erzurum’da söylenen türküleri söyler, söyletir bize.  Nuran, Mümtaz’ı terk ederken kapıcının büyük oğlu bahçede “Bir yâr sevdim el aldı” türküsünü söylemektedir. Huzur romanında güzel bir Rumeli türküsü olan “Bulut gelir pare pare” türküsü de yer alır.

Aslında Ötüken’den Ankara’ya gelirken ne hikâyeler, ne destanlar bırakmışız ardımızda. Ne ocaklar sönmüş, ne yangınlar görmüş yaşlı tarih.  

Emirdağı türkülerini dinleyip de hüzünlenmemek elde mi? Gurbet, hasret, sevda, ayrılık ne ararsan var. Bilenler bilir kırık havaların hüznünü. Hele bir Nurettin’in ağıdı var ki dinledikçe yaşarır gözleriniz, ıslanır yanaklarınız.

Yolunuz gurbete düşer, sevdadan yanar kavrulursunuz. Ayrılıktan delinir ciğeriniz, hasret hasrete ulanır, bir ölüm sessizliği çöker içinize, yoksulluk keser iflahınızı, ardına umutla bakacağınız dağ kalmaz, kırılır tutunduğunuz bütün dallar. Nasıl kırılmasın? Bir “gök ekin” düşer toprağa. Ne yangınlar çıkar içinizde dumansız.

Hayrettin DURMUŞ