EDEBİYATIN ESTETİĞİ ÜZERİNE / Niyazi KARABULUT
Sanat ürünleri, edebi eserler insanı düşündürür, hayal zenginliği sağlar. Düşünen akıl yeni hipotezler üretir ve dimağı zenginleştirir. Duyularımıza etki eden eserler bizi bir hayal dünyasına taşır. Aslında her eser bir pencere görevi görür. Eserin bizi alıp bir yerlere götürdüğünü hissederiz. Algılamada gözden yararlanmamıza rağmen çoğu kere yazıyı aşar, okuduğumuz metni değil, hayalimizde canlanan temayı seyre dalarız.
Estetik, duygusallıkla sarmaş dolaş bir hazdır. Bu haz duyumdan duyguya, duygudan düşünceye kadar uzanır. Estetik eser ya da nesne, bir duygu, düşünce bütünüdür. Ruhsal coşku, bedensel coşkudan daha fazla haz verir. Belki de güzellik, “estetik zevk” adını verdiğimiz, tamamen özel bir haz meydana getiren sanat ürününün belirli niteliklerine verdiğimiz isimdir. Bu yüzden sanatçı sanatını icra ederken gerçek olup olmadığına bakmaz. Debussy: “Sanat yalanların en güzelidir” der.
Şöyle de diyebiliriz: Biz, bir edebi metni duygularımızla yoğurarak okuruz. Ortada okuru sarsan, şok eden bir metin varsa okurun durgun olan muhayyilesini harekete geçirir ve o metni kendisine yazılmış bir mektup gibi okur. Böylece metin, okurun ruhunda döllenerek çoğalır. Okur o metni yeniden yazmış olur. Ve okuyucunun haz aldığı estetik bir eser haline gelir. "Estetik", daha çok hayatın içinde, bizim hayatımızı değerli kılmak için ortaya sürdüğümüz ya da kendimizi ikna ettiğimiz detaylardır. Belki de anlatmak istediğimizi çizgiye, ritme, sese, simgeye, buluta, dereye, çöle, rüzgâra, ceylana söyletmektir. Fontenelle: “İyi kanıt gerektirir, güzel kanıt gerektirmez” der. Platon: “Güzelin tek özelliği tümüyle görünür ve tümüyle sevgiye değer olmasıdır” der. Sanat yoktan var etme değil, var olanı görünür kılma işlemidir. Güzel diye adlandırılan nesne bizde haz uyandıran ve bu haz sonucunda hakkında hüküm verdiğimiz şeydir.
Edebi metinlerde estetik, sanat ve içerik yönüyle anlam kazanır. Bu tür eserlerde başka mekânlara taşındığımızı çoğu kez fark etmeyiz bile. Yazı türünde bu âlem sınırsızlaşır. Aslında bu büyülü atmosferdir bize estetik haz veren. Sanat sözcüğünün en belirgin özelliği “güzellik” anlayışıyla birleşmesidir. Güzellik anlayışı farklı farklı olmakla beraber, her sanat eseri, kendince bir estetik anlayış sergiler. Bu anlayış, eserin bütününe sinmiş bir güzellik anlayışıdır. Belki zeytin içine sinmiş zeytinyağı benzetmesi burada uygun düşer.
“Güzel” kelimesi, eserin okuyucu üzerinde bıraktığı tesiri ifade eder ve indî bir yargıdır. “Edebi eser niçin güzeldir?” sorusu, içinde bulunduğumuz medeniyetin yapısına, bağlı bulunan kültürel değerlere, bakış açılarına, bilgi birikimine, kişinin felsefesine, dünya görüşüne ve bunlar gibi birçok ölçüte göre cevaplandırılabilir. Edebi eserin neyi, niçin anlattığı önemlidir; ama nasıl anlattığı, hepsinden daha önemlidir. Sanat ve estetik dediğimiz şey de burada kendini gösterir. Edebi eserde ortaya çıkan estetik ifade; edebiyat sanatının temel meselesi, güzeli aramasıdır. Edebi eser, bu amacı güderken, kelimeleri malzeme olarak kullanır. Diğer sanatlarda olduğu gibi, edebiyat sanatında da malzemeler bir araya getirilirken, güzel denilebilecek değerler ve ölçütler aranır.
Güzel olarak değerlendirdiğimiz şeyi diğerlerinden daha ziyade idealize ederek algılarız. Estetiğin ortaya koyduğu hüküm varsayımsal bir değer gösterir. Değer indî (sübjektif) olan bir şeydir. Estetik olan bizim için değerli olandır. Estetik olanda bir aşkınlık “müteal” eğilimi vardır veya biz ona böyle bir zaviyeden bakarız. Bunu belirlemede daha çok sezgisel kavrayış etkili olur. Okuyucunun kişisel özellikleri de işe karışarak sübjektif bir yargıya varılır. Aslında estetik kişisel bir sezgidir. Ama sonuçta bir değer yargısıdır, kişisel bir değer yargısı. Bunun için evrensel, belirleyici bir ölçü ortaya koymak zordur, hatta mümkün görünmemektedir. Çünkü estetik hüküm vermede; kültürün, içinde bulunduğumuz medeniyetin, çevrenin etkisini yok saymak mümkün değildir. Estetik, bir beğeni, takdir yargısıdır ve bu yargı objektif olmaktan daha çok sübjektif olmaya yakın durur. Bu yüzden her özne için değişken özellikler gösteren estetik konusu ancak kaygan bir evrensel zemine oturabilir. Tüm bunlara rağmen insan ruhunun aynı kaynaktan beslenmesi, estetik konusunda genel bir kabulü de beraberinde getirir. Daha değişik bir ifadeyle bütün öznelliğine rağmen nesnelliği bünyesinde barındırır.
Güzelin tanımlanması ve sınıflandırılması çok zor bir meseledir. Felsefe ve estetik alanı, güzelin ne olduğuna dair birçok fikirle doludur. Çünkü güzel anlayışı subjektif bir yargının sonucudur. Aynı zamanda edebi eserin “ifadesi mi güzel, konusu mu güzel, bazı parçaları birleştirme tekniği mi güzel, seçilen kelimelerin müzikal değerleri mi güzel, hangi açıdan güzel?” gibi sorular çok çeşitli ölçme birimlerini akla getirir.
Bilindiği gibi “güzel”i ve onun ne'liğini sorgulayan estetik, zaman ve mekân değişimiyle beraber görecelilik gösterir. Bu göreceliklerin şahsi bakış açısının yanı sıra tarihsel, yerel ve sosyal kaynakları vardır ki bunlara, teknoloji, ergonomi, vb. başkaca öğeleri eklemek de imkân dâhilindedir
Güzelin ne olduğu, nasıl elde edilebileceği hakkında çok farklı görüşler mevcut. Bu fikirler; sosyal, kültürel ve siyasal yanları olan bazı kabullerle birleşip edebi akımlara zemin hazırlar. Estetik bakış ve eleştirel bakış eseri yargılar ve bundan hüküm çıkarır. İnsanların beğenilerinin zamanla değişmesi, estetik bakışın da değişmesine kapı aralar. Her çağ doğruyu ve iyiyi olduğu gibi, güzeli de kendi vasatına göre belirler. Aynı şekilde her kültürün de estetik bakışı farklılıklar arz eder. Her toplum kendi kültürüne göre değerler manzumesi barındırır. Bir toplum için değer ifade eden, başka bir toplum için değer ifade etmeyebilir. Bu durum estetik algımızı farklılaştıran etkenlerden biridir.
Sanatçı ile okuyucu arasında estetik bir bağ mevcuttur. Ancak estetiğin ortaya çıkması yazarın sunumu kadar okuyucunun algısıyla da ilgili bir durumdur. Bu manada sanatçının estetik bakışı kişisel değil toplumsaldır. Her insan şu veya bu şekilde ya güzelin sunumcusu (tasarlayıcı) ya da alıcısıdır. Bu sebeple edebi bir eserin değeri okuyucuya ulaşmasıyla belirlenir. Okuyucuya ulaşmayan bir esere değer biçilemez. Etkin izleme olmadığı zaman en mükemmel eser bile anlamsız kalır. Sanatçı, sadece haz almak, temaşa etmek için eser vermez. O diğer kişilerin bunu görmesini ve takdir etmesini de ister. Sanatçı güzeli arayan adamdır. Bu bütün insanlarda var olan fıtrî bir duygudur. Burada yazarla okuyucunun ilişkisi, zorunlu bir ilişki olarak karşımıza çıkar.
Sanatçı esere yönelmeden önce dış dünyaya yönelir, orada estetik gördüğünü iç dünyasındaki algıyla eserine aktarır. Akıl ve mantığı yer yer ihmal ederek, bilinçaltının sınırsız hayal deryasından toparladıkları imgesel materyallerle, sonuca ulaşmaya çalışan sanatçı; görünen görüntüyü değil de, düşsel bir görüntüyü ifade eder. Hayal deryasının materyallerini yerel ve global estetik potasında harmanlayarak özgün ürünler üretir. Özgürlük ve özgünlük, temelde sanatçıların; deneme yaparken yanılma haklarını da kullanarak, kendi bireysel teknik ve yöntemlerini geliştirme disiplinidir. Başka bir söyleyişle ferdin kendini anlatımı (self expression)dır.
Cemal sıfatı şairi hayrete sürükler, eşyaların arka planına bakarak varlıktaki mucizeyi görür, bu bakış onu dillendirir ve söylemeye, yazmaya başlar. “Hüsn” ve “cemal” görünmek ister. Görünmek için seyircinin olması ve seyircinin gördüğü güzelliğin farkında olması lazımdır. Yani güzeli görebilmek için bilinçli bir bakış gerekir. Bu ilişkiyi kuvvetlendiren bağ da estetiktir. Aslında estetik dediğimiz şey, beğendiğimiz ama şahsen yapamadığımız ve kendisine hayran kaldığımız şeydir. Estetik olan, bulduğumuz olandan çok, aradığımız şey olarak orada durur. Ancak insandaki güzellik duygusu yaşına, aldığı eğitime, çevresine, kültürüne, dini ve felsefi düşüncesine ve sanat telakkisine göre değişiklik gösterir. Bu bakımdan güzel karşısında takındığımız tavır itibarîdir. Bu yüzden estetik bakış ucu açık olan bir alan olarak kalacaktır.
Nasr, Mişkatül Envar da: “Güzellik sonsuzluğun yankısıdır,” der. Bu zihinsel algı, nesnenin “mükemmel” bir aksini değil, nesnenin gizlediğini yakalamayı öne çıkartır. Estetik, şairin aklî ve hissî olarak nesneyle karşı karşıya geldiği yerdir. Nesnenin ilk karşılaşmada ele vermediği gizleri, yani mahiyetini sanatsal anlamda bir imgesel dil yoluyla aktarmaktır. Albert Dürer; “Sanat tabiatın içindedir, onu oradan çıkarabilen sanatçıdır.” demektedir.
İslam kültüründe estetik “ilahi güzel” olanın algılanması ve bu güzelliği hayatın merkezine koyulması olarak anlamlandırılabilir. İnsanlarda, güzele ve güzelliğe doğru bir yöneliş, o yöne doğru deruni bir itilme (impulse) vardır. İslam literatüründe bu durum “fıtrat” olarak isimlendirilir. Takrovski, sanatsal yaratıcılığı, Yaratıcı ile aramızdaki engelleri ortadan kaldırma çabası olarak görür. Belki burada tasavvufta bulunan “fenafillah” mertebesi gibi bir anlamdan bahsedilmektedir.
Estetiğin kaynağında hayret vardır. Hayret, varlığın mahiyetini kavradıkça dimağın kamaşması olarak yorumlanabilir. Varlığın mahiyeti tefekkürle kavrandığına göre hayret tefekkürün meyvesidir. Sûfilerin “Rabbim, hakkındaki hayretimi artır” diye dua etmeleri bundandır. Bu sebeple sanatçı eşyadaki harikuladelikleri gözlemler, eserini bu duygularla meydana getirir ve diğer insanların da görmesine kapı aralar. Çünkü bu güzellikler sanatçının kendinden değil, mutlak güzelin yansımalarıdır. Sanatçı, bu manada güzelliği yaratan değil, keşfeden adamdır.