EŞSİZ BİR DİL MİMARI: YUNUS EMRE / Mustafa Erhan AK
“Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun”
Yunus Emre
Bir buğday ile başladı her şey…
Ardından himmet talebiyle Taptuk Dergâhı’nda geçen kırk yıl… Nihayetinde menkıbelerle efsaneleşen seksen iki yıllık bir ömür ve halkın derin hürmeti… Farklı illerde şahsına hazırlanan onlarca makam…
Asırlardır halkın gönlünde taht kuran, adı ve sesi çağları aşarak ölümsüz olmayı başarabilmiş sûfî şair Yunus Emre, şüphesiz ki Türk tasavvuf edebiyatının en büyük ve en müstesna isimlerinden biridir. O, Yaşadığı 13.yüzyılın Moğol tehlikesi ve iç karışıklıklarla geçen buhranlı günlerinde eserleriyle halka moral olmuş, Kur’an’dan, Hz. Peygamber’den, İslami hakikatlerden aldığı ilhamı sade, açık, samimi bir üslupla halka anlatmayı başarabilmiş önemli bir şairdir. Gerek divan gerekse halk şiirine oldukça hâkim olduğu bilinen ve sanılanın aksine iyi bir medrese tahsili gördüğü eserlerinden anlaşılan Yunus Emre’yi çağdaşlarından ayıran en önemli özelliği ise Türkçeyi önemsemesi ve Türkçenin sırrına vakıf bir dil mimarı oluşudur. Onun günümüzde bu kadar rahat anlaşılmasını ve Türkçeye olan sevdasını Cemal Süreya bakın nasıl döküyor mısralara:
“Yunus ki sütdişleriyle Türkçenin
Ne güzel biçmişti gök ekinini,” (1)
Evet, gerçekten de Türkçenin sütdişleriyle gök ekinini biçen ve o dönemde yeni yeni filizlenmeye başlayan Eski Anadolu Türkçesiyle eser veren Yunus Emre, Arapça ve Farsçanın revaçta olduğu bu dönemde Türkçenin en güzel örneklerini vermiş ve Türkçenin bir edebiyat dili olmasında büyük hizmetleri olmuştur. Eserlerinde Allah inancını ve sevgisini sanatının mihenk taşı haline getiren Yunus Emre’yi günümüzde de okunur kılan onun içten gelen coşkun bir lirizmi ve üslubudur. Çoğu ilahilerinin bestelenip günümüzde dahi dillerde dolaşıyor olması bunun en güzel ispatıdır.
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni”(2)
Herhangi bir sanat endişesi duymadan samimi duyguların bir ifadesi olarak özetleyebileceğimiz yukarıdaki mısralara dikkat edilecek olursa Yunus’un hem anlaşılır bir dile hem de lirik bir söyleyişe sahip olduğu görülecektir. Yine onun biçimsel olarak da bir ahengi içerisinde barındıran şu ifadeleri de bu hususta oldukça dikkat çekicidir.
Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü bişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz (3)
Bazı şiirlerinden alıntıladığımız yalnızca bu kısımların bile Türkçenin musikisini ve anlam zenginliğini yansıtacak unsurlarla dolu olduğunu söylemek yerinde olacaktır. “Ben, sen, gerek, ne, aşk, söz” gibi kelimelerin ahenk oluşturan tekrarı, “sevinmek – yerinmek, varlık – yokluk, ağu – bal” gibi kelimeler arasında verilen anlama yönelik karşıtlıklar Yunus’un dili, içerik ve biçimsel olarak nasıl kullandığı noktasında bize bir ipucu veren unsurlardır. Onun eserlerine bakıldığında göze çarpan ilk husus bugün küçük çapta ses farklılıkları içerse de o dönemde kullandığı birçok ifadenin günümüzde dahi anlaşılır oluşudur. Eserlerinde sıklıkla geçen fiiller ve “altun, artuk, azuk, bellü, berü, çeynemek, degül, delü demür, dürlü, eyü, gerü, içerü, içün, kapu, karşu, kaygu, konşu, köpri, niçün,saru, yapu, yörimek…” (4) gibi kelimelere bakmak dahi Yunus Emre’nin üslubunda sade ve açık olmayı ne kadar önemsediğini bize gösterir. Onun Türkçe hassasiyeti; yabancı kelimeleri benzetme, açıklama, tasvir etme bazen de ilişki kurma yöntemiyle Türkçeleştirmesine de vesile olacaktır. Örneğin Arapça “kefen” sözcüğü yerine yakasız gömlek manasına gelen “yensüz gönlek”, “secde” sözcüğü yerine yere yüz sürmek manasında “yüz yire sürmeg”, “tâbût sözcüğü yerine “ağaç at”, “şeriat” sözcüğü yerine “mumlu bal”; yine aynı şekilde Farsça “âbdest” sözcüğü yerine “elü suya urmak” (5) gibi ifadeler en dikkat çekenleridir. Tasavvufa ait en karmaşık gibi görünen birçok konuyu da Türkçenin imkânlarıyla oldukça açık ve samimi bir şekilde dile getiren Yunus Emre, “Tanrı, tamu, uçmak, agu…” gibi Türkçe kelimelerin yanı sıra Arapça ve Farsçaya ait “Allah, cennet, cehennem, zehr…” gibi sözcükleri de bir arada kullanmaktan geri kalmaz fakat Yunus’un kullandığı bu kelimeler şiirlerinde hiçbir zaman eğreti durmaz çünkü bu kelimeler, halkın dilinde o zamanlar yer edinen ve halk tarafından çok rahatlıkla anlaşılabilecek ifadelerdir.
“Tanrı buyrugın tutmayan anda bişe biryân ola”
…
“Allah'uma şükür kılam”
…
“Gönül Çalab’ın tahtı”
…
“Cennet'üne zâhidün ko / Uçmak'da arzûm yok durur”
…
“Mustafâ'ya ümmet olan / Tamu'da karâr eylemez”
…
“Miskîn Yûnus zehr-i kâtil ‘ışk elinden tiryâk olur”
…
“Cânumı serhoş eyledi ‘ışk agusı tiryâk bana” (6)
Bununla birlikte Yunus Emre, kullandığı Arapça ve Farsça birçok kelimeyi de Türkçenin potasında eritmiş ve bu kelimelere kendi dilimizin rengini katmıştır. Örneğin Arapça “dâim” sözcüğünü “dâyim”, “duâ” sözcüğünü “duva”, “fakîh” sözcüğünü “fakî”, “fâide” sözcüğünü “fâyide”, “hecâ” sözcüğünü “hece”, “vakt” sözcüğünü “vakit”; yine aynı şekilde Farsça olan “bâzergân” sözcüğünü “bezirgân” , “çerâg” sözcüğünü “çerâk, çırâk”, “Âşikâr” sözcüğünü “eşkere”, “müjde” sözcüğünü de “muştu” (7) şeklinde telaffuz ederek Türkçenin musikisine uydurmuştur. Aynı zamanda o, “zevâl olmak, su’âl olmak, pişmân olmak, düşmân olmak…” gibi birçok Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe yardımcı fiiller getirerek bu kelimeleri Türkçeleştirmiştir.
Şiirlerinde folklorik unsurları da yoğun olarak kullanan Yunus Emre, Türkçede halkın günlük konuşma dilinde yer edinmiş “yol vir-”, “ögüt vir-”, “el çek-”, “kulak ur-”, “göz aç-” , “öğüt vir-”, “cezâ çek-”, “kapu aç-”, “gözüni aç-”, “togrı yola gel-”, “el vardur el üstine” , “son pişmanlık assı kılmaz”. (8) gibi bugün bile çok rahatlıkla anlaşılabilecek çeşitli deyim ve atasözlerine de yer vererek üslubunu zenginleştirmiştir.
“Kime kim ögüt virdüm ol Hak’a irdi gördüm
…
Geçdüm hod-bîn ilinden el çekdüm dükelinden
…
Kulak urgıl benden yana haberüm var diyem sana
…
Koyup gel nakş u nigâr nakşa yol virme zinhâr
…
Dahı yigrek eydür var el vardur el üstine”
Sonuç itibariyle yaratılanı hoş gören, gönüller yapmaya gelen Yunus Emre gerek tasavvufun yayılışında gerekse Türkçenin edebi bir dil haline gelmesinde yadsınamaz öneme sahip eşsiz bir dil mimarıdır. Bugün Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile yediden yetmişe onun “Sordum Sarı Çiçeğe” ve “Bana Seni Gerek Seni” gibi ezbere bilinip okunan ve dilden dile dolaşan şiirleri yankılanıyorsa bu da ölüm dedikleri perdeyi delen Yunus’un halen aramızda yaşadığını ve bizden biri olduğunu ya da Taptuk Emre’nin deyimiyle söyleyelim “Bizim Yunus” olduğunu gösterir. En az dilimiz Türkçe kadar…
-------------------
1. ÖZÇELİK Mustafa, Yunus Emre, Ordu Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları – 7 İstanbul 2015, S.141.
2. ÖZÇELİK Mustafa, Bizim Yunus, Eskişehir Valiliği Yayınları, Ankara 2010, S.154.
3. ÖZÇELİK Mustafa, Bizim Yunus, Eskişehir Valiliği Yayınları, Ankara 2010, S.188.
4. TAVUKÇU Orhan Kemâl (Editör), Yunus Emre Kitabı, Aksaray Valiliği Kültür Yayınları- 15, Ankara 2017, S.105.
5. KOTAN, H. Kavaklıçeşme, Yunus Emre Divanının Söz Dizimi, Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi, Erzurum 2015, S.45.
6. AKDEMİR Yaşar, Yûnus Emre’de Türkçe, İnönü Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Malatya 2007, S.165
7. AKDEMİR Yaşar, Yûnus Emre’de Türkçe, İnönü Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Malatya 2007, S.44.
8. KOTAN, H. Kavaklıçeşme, Yunus Emre Divanının Söz Dizimi, Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi, Erzurum 2015, S.114
MUSTAFA ERHAN AK