DENEMELER
DENEMELER
avatar
30 Nisan, 2022
875 gösterim

HERKES KAMBURLARI İLE YAŞIYOR BU DÜNYADA / Çağlar SARITAŞ

Recep Kayalı’nın üçüncü öykü kitabı ‘Kamburuma Üç Sebep’ 2020 yılında okurları ile buluştu ve aradan bir yıl geçtikten sonra da 2.baskısını yaptı. Kayıp Rıhtım, 2020 yılı en iyi yerli öykü kitabı seçildi. Fakir Baykurt Öykü Ödülü kısa listesine girdi. Recep Kayalı ‘Kamburuma Üç Sebep’ adlı öykü kitabından önce ‘Dip’ ve ‘Taşın Dediği’ öykü kitapları ile yazın dünyasına adım atmıştı. Kayalı, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun, edebiyatla ve yazın dünyası ile genç yaşlarında buluşan bir yazar. İzdiham, Mahalle Mektebi, Edebiyatist, Edebiyat Ortamı ve Hece Öykü gibi dergilerde öyküleri okurları ile buluşan Kayalı aynı zamanda Palto Öykü isminde bir fanzin kurup dört sene öyküye hizmet etti. Şu anda Bilge Kültür Sanat Yayınları’nda genel yayın sorumlusu ve editör olarak görev yapmakta.

Kayalı’nın ‘Kamburuma Üç Sebep’ adlı öykü kitabı; Kamburuma Üç Sebep, Gökte Uçan Hüma Kuşu, Persona Non Grata, Kör Kuyulardan Çıkarılan Hikâye, Önce Dağlar Kar Tutar, Çürüyen Gölgeler Sonatı, Fikret Üçlemesi, Kenan Üçlemesi olmak üzere toplam sekiz öyküden oluşmakta. Öykülere bütüncül olarak baktığımız zaman Kayalı’nın repertuvarının ne kadar geniş olduğunu görüyoruz. Baba-çocuk ilişkisini ele alan öyküler, distopik, mistik ve masalsı öyküler, büyülü gerçekliğin yer aldığı öyküler ile daha önce karşılaşılmayan bir tarzda yazılan öykü üçlemeleri ile Kayalı, okuru benzersiz bir öykü evreninde yolculuğa çıkarıyor.

Kamburuma Üç Sebep, Gökte Uçan Huma Kuşu adlı öyküler baba-kız ilişkisi ekseninde ilerleyen; Kör Kuyulardan Çıkarılan Hikâye, Önce Dağlar Kar Tutar baba-oğul ilişkisi ekseninde ilerleyen öyküler. Kamburuma Üç Sebep adlı öyküde masalsı öğeler, Gökte Uçan Huma Kuşu adlı öyküde hayali ve fantastik öğelerle karşılaşılırken, Kör Kuyulardan Çıkarılan Hikâye distopik bir düzlemde ilerlemekte. Kayalı, baba-çocuk ilişkilerini ele aldığı öykülerle ilgili bir röportajında şöyle diyor; ‘‘Babanın bir imge olarak gücü, otoriteyi hatta bizdeki karşılığıyla devleti temsil etmesini reddediyorum. Bütün bunların temelde en güçlü bağ olan sevgi ve merhamet duygularını köreltip ortadan kaldırdığını düşünüyorum. Bu sebepten öykülerimdeki baba-oğul ya da baba-kız ilişkilerinde sevgi, merhamet ve güven bağını öne çıkartmaya çalışıyorum. Kabul edilen değil bana göre kabul edilmesi gereken ilişki biçimini önemsiyorum.’’

Kamburuma Üç Sebep adlı öyküde, babasının kamburu ile dalga geçen okul arkadaşlarından dolayı utanç duyan kızına utancını yenmesi için mitolojik ve masalsı hikâyeler anlatan yüreği sevgi yüklü bir baba anlatılıyor. Kızı, utanç duygusunu yenip anlatılan hikâyelerle babası ile gurur duyuyor. Gökte Uçan Hüma Kuşu adlı öyküde; engelli doğan, yürüyemeyen ve konuşamayan kızına sıkı sıkıya bağlanıp hem çocuğuna hem de kendine umut aşılayan bir baba anlatılıyor. Baba-kız arasındaki gönül köprüsü, birbirlerini anlamalarına ve iletişim kurabilmelerine imkân tanıyor. Ne kadar doktorlar bunun mümkün olmadığını söylese de baba kız arasındaki güçlü bağ, kızının babası ile zaman zaman konuşabilmesine kapı aralıyor. Kör Kuyulardan Çıkarılan “Hikâye” de totaliter devlet anlayışına karşı bir başkaldırı göze çarpıyor. Bu başkaldırı eleştirel bir yaklaşımla, semboller aracılığıyla ele alınıyor. İnfaz köyüne getirilen mahkûmlar, önce halkın tepkisi ile karşılaşır. Mahkûmların ne suç işlediklerini bilmeyen halk mahkûmlara beddualar eder. Fakat infazlarını seyrettikten sonra da bu insanlar için merhamet gözyaşları dökerler. Mahkûmlar idam edilmeden önce halk kin ve nefretlerini kusar. İdamları çocukların izlemesi yasaktır fakat gizlice idamı izleyen çocukları cellat fark eder ve yanlarına gider, çocuklar bir anda ne yapacağını bilmez halde donup kalırlar. Cellat, çocuklardan birinin babasıdır. Çocuk dehşete kapılır, annesi babasını bir kahraman olarak anlatmıştır ona. Fakat babasının cellat olması çocuğunun kafasını kurcalar. Çocuk ileride otoriteye karşı ayaklandığında o da idam cezasına çarptırılır ve celladı da babası olur. Önce Dağlar Kar Tutar adlı öyküde, babası tarafından çocuk yaşta terk edilen ve uzun süredir babasını görmeyen ve babasının ölüm haberini almasıyla ne yapacağını bilemeyen bir evlat anlatılıyor. Annesinin ısrarı üzerine cenazeye giden karakter, üvey kardeşinde eksik kalan yönlerini görünce köksüzlüğünü derinden derine hissediyor. Çünkü babasının onları terk etmesi ile bir yanları hep eksik kalmıştır. Hikâyenin sonunda, babasının mezarı başında ne yapacağını bilemeden mezarı yumruklar, vurduğu yerden bir koku sızar, bu koku onu rahatlatır.

Çürüyen Gölgeler Sonatı adlı öykü, büyülü gerçeklik tarzında yazılmış bir öykü. Bu hikâyede sirkte çalışan ucube görünümlü, yüzünde derin yaralar olan Eyüp anlatılıyor. Sirkteki gösterilerin sonunda yüzünde maske ile sahneye çıkan Eyüp maskesini indirerek izleyicileri dehşete düşürür. Sirk sahibinden Başkan satın alır Eyüp’ü ve evinin etrafında bekçilik yaptırarak insanlara korku salar. Bir gün kalabalık artar, Eyüp’ten korkmayan bir kız ona yaklaşır, Eyüp ne yapacağını bilemez bir haldeyken kafasına taş gelir ve kalabalığa engel olamaz. Kalabalığı ekip araçları dağıtır ve halk Başkana olan tepkilerini yeterince gösteremez.

Kayalı’nın öykülerine baktığımızda daha önce pek karşılaşılmayan üçleme tarzı öykülerle karşılaşıyoruz. Fikret ve Kenan Üçlemesi adlı öykülerde, karakterlerini üç farklı zaman diliminde ele alan Kayalı bu öykülere kendine ait bir atmosfer yaratarak zaman olgusunu sabitleyip karakterlere ve duygu derinliğine yoğunlaşıyor. Fikret, kanseri yendikten sonra avlanmayı bırakır fakat köylülerin ısrarı üzerine ava çıkar. Domuzu avlar ama yavrularını avlamaya vicdanı el vermez. İkinci bölümde gençliğinin bir kısmını yatılı Kur’an Kursu’nda geçiren Fikret’in yaşadığı bunalım ele alınıyor. Üçüncü bölümde ise Fikret’in çocukluğunda arkadaşlarıyla oyun oynadıktan sonra sırt üstü uzanıp gökyüzünü seyretmesi, yüzüstü dönmesi ile sararan otların kokusunun aklını başından alması, esen rüzgâr ile ruhunun rahatlaması anlatılıyor. Fikret bu kokuyu ömrü boyunca taşır ve bu kokuyu duyduğunda huzur bulur. Diğer üçlemede ise Kenan, uyku problemi yaşayan bir çocuktur ve ömrü boyunca bu problemi beraberinde taşır. Çocukluğunda rüyasında bir kuzuyla konuşur, bir el başını okşar ve avucuna hurma bırakır. Uyandığında hurma avucundadır. Peygamber Efendimizin Kenan’ın rüyasına gelmesi anlatılmıştır. İkinci bölümde, Postane Memuru olan Kenan’ın eşini ve çocuğunu bir kazada kaybetmesi silik birer anı olarak anlatılır. Bu kazada Kenan da kolunu kaybetmiştir. Anne ve babası ile sofrada bağdaş kurup yemek yerken kolunu utanarak sofranın altına saklar. Aslında onu etkileyen, kolunu gördükçe hatırına düşen kazadır. Son bölümde, emekli olan Postane Memuru Kenan’ın rutine bağlanan hayatı anlatılıyor. Günün sonunda evine döndüğünde peşinden gelen köpeği içeri alır ve hikâye sona erer.

Kayalı’nın öykülerinin genelinde toplum tarafından dışlanan, ötekileştirilen hatta ucube kabul edilen karakterler karşımıza çıkıyor. Kayalı, bir röportajında aslında bu karakterlerin normal birer insan olduğunu fakat bizim onları bakışlarımızla, hareket ve davranışlarımızla başkalaştırdığımızı şu şekilde dile getiriyor; ‘‘Kitaba ismini veren öyküde kahramanın bir acısı, eksikliği ya da kusuru var ama o bunu dert etmiyor. Bizler yaralarımızı unutma gibi bir yetenekle dünyaya gelmişiz. Ölümü bile unutuyoruz. Bu sebeple acılarımız ancak bir başkasının etkisi ile ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden ben, oluşturduğum karakterlerin durumunda ajite edilecek bir şey görmüyorum. Bu onların normali. Kambur biri olsaydım dik yürüyen biri bana ilginç gelirdi. Ancak dış etkiler hayatınızı, yakın çevrenizi, sizden sebep olumsuz bir duruma iterse kusurlarınız ortaya çıkar.’’

Utanç, sevgi, umut, öfke, yalnızlık ve aşk gibi temalar etrafında şekillenen öyküler, akıcı bir dille aktarılıyor ve bir solukta okunacak türden. Dili sade ve akıcı olmasının yanında özenli sözcük seçimi ile her öyküde kurguya uygun bir atmosfer yaratıyor Kayalı. ‘Kamburuma Üç Sebep’ öykü kitabı dil, akış, kurgu, diyalog, bilinç akışı kullanımı ve duygu dengeleri noktasında, Kayalı’nın üslubunu net bir biçimde ortaya koyduğu bir kitap ve Kayalı bu öykü kitabından sonra Türk öykücülüğünde etki bırakacağını, yazın hayatında emin adımlarla ilerlediğini okuruna derinden hissettiriyor.

 

ÇAĞLAR SARITAŞ