DENEMELER
DENEMELER
avatar
26 Eylül, 2021
950 gösterim

İSLÂM KÜLTÜRÜNDE ŞİİRİN TEOLOJİK SERENCAMI (1) / Emre KOÇ

Bu yazıda; din ve edebiyat ilişkisi bağlamında şiirin temelde ontolojik rolüne, genelde ise İslam kültürü içinde şiirbilimin teşekkül sürecine ilişkin; disiplinlerarası bir inceleme modeliyle siz değerli okuyuculara, güncel ve efrâdını câmi ağyârını mani bir bakış açısı sunmaya çalışacağız. Şiirin edebiyat, felsefe, tarih, etik ve sanat perspektifinde geniş bir yelpazeye sahip inceleme alanında dini ve lâ-dini açılardan spesifik incelemelere konu olması, öncelikle sadece uyumlu ses dizimine sahip hitabet şekli olmadığının; bilakis din, tabiat ve tarihte otantik ve dinamik bir işlev gördüğünün belirtecidir. Kültür tarihi içinde şiirin kazandığı formasyonu tek tip bir inceleme modeline sabitlemek; şiirin kalıplara sığmayan yüksek amacını sınırlamakta, estetik rolünü dar kalıplara sıkıştırmak gibi görüş hatasını beraberinde getirmektedir. Öyleyse gelin hep beraber nesnel bir soruşturma için şu soruları soralım? Şiir sadece söz müdür yoksa bir hitap mıdır? Salt uyum mudur yoksa karmaşıklık içinde ilintisel ve süreğen bir arayış mıdır? Ya da biz şiiri; gümüşî mehtabın altında, duyguların nesnelerden ruha yansıyan seçilmiş imgeler bütünü şeklinde; şiir ruhlu insanların entelektüel haz deneyimi şeklinde mi algılıyoruz? Toplumsalı biçimlendiren politik bir aygıt şeklinde mi? Veyahut metafizik gerilimde resmi inanç kalıplarını tehdit eden; inanç sahiplerini adeta cadı avına sürükleyen tinsel güdülenmenin konusu mu? Bitmek bilmeyen konumlandırma arayışı içinde şiir bize kendine dair ne söylüyor? Yaratıcının ve insanın diyalektik çağrısı içinde şiirin derinlerden gelen sesini duyabiliyor muyuz? –İzm–izm gelişen çağın yaşam tecrübesi şiirin sesini ne kadar duyabilmektedir? Dünya edebiyatında şiirin yerellik-evrensellik dikotomisiyle ilgili özgün bir yorum-bilim bakiyesinden söz edebilir miyiz? Daha özelden bakalım. İslam kültüründe şiirin seyrini belirleyen biçem tartışmaları bilimsel bir formasyona kavuşabilmiş midir? Şiirin meşruiyeti konusunda gelişen tartışmalar, telif döneminde şiiri cahiliyye ve cahiliyye sonrası şeklinde kabaca ayırırken tedvin ve tasnif dönemlerinde gelişen edebiyatın teolojiyle bağını nasıl kurmuştur? En nihayetinde İslam’ın medeniyet mefkûresinden hareketle teoloji geliştirirken “çağrı’’ mitinin en gür sesi olan şiiri nasıl duyacağız?

Bütün bu sorulara cevap ararken şiirin nev-i şahsına münhasır doğasını sınırlamadan, konuyu incelerken başvuracağımız anlam ve yorumbilim çevrenlerini; yani yapısal sınırları Hicaz coğrafyasında cahiliyye ve cahiliyye sonrası dönemde teşekkül eden din, şiir ve edebiyat anlayışıyla sınırlamayı uygun bulduk. Bahsi geçen yapısal sınırlarda şiirin arkaik dil, düşünce ve tarih araçlarını; kavram, anlam ve tasavvurları doğru tespit edebilmek için konuyu sınırlamak ehemmiyet arz ediyor. Tabi ki şiiri var olan konumundan alıp başka bir yere konumlandırmak için değil; şiir konusunu berrak bir serencâmla siz değerli okuyucuların dikkatine özgün bir şekilde sunabilmek için. Daha sonraki sayılarda sınırları enine ve boyuna genişleterek “teolojiden sanata şiir’’ şeklinde konuyu açımlamayı düşünüyoruz.

Kavramlar, Anlamlar ve Bakışlar

Bir konuyu incelerken kavramlar, tanımlama ve isimlendirme sürecini belirlemede aktif bir role sahiptir.

Başlıkta tercih edilen ‘İslam’ kelimesi, şiirin İslam dini ve değerleriyle münasebetini imlemektedir. Konuyu meşruiyet zemininde inceleyen tartışmalar doğrudan veya dolaylı olarak İslam Dini’nin delil ve değerlerine yöneldiği için “İslam’’ kavramı ön plana çıkmakta, tarihsel dolayımı sebebiyle de örtük şekilde “Müslüman’’ kavramı başvuru kavramlar arasında yerini almaktadır. Diğer bir deyişle ayet ve hadislerde işlenen muhtevaya konu olan ‘şiir’ ile ayetlerin nazil olduğu toplumsal vasatta tebarüz eden ‘şiir anlayışı’nın arası –geçici bir süreyle- ayrılmaktadır. İlkinde dikey boyutta, ikincisinde ise yatay boyutta bir dolayım vuku bulduğundan din ve toplumda şiiri ayrı ayrı incelemek, muhtevanın yapısı ve savları nedeniyle kaçınılmazdır. İnkarcıların Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ‘şair’ şeklinde nitelendirmesi, Allah (c.c.)’ın Hz. Peygamber’i bu ithamdan tenzih etmesi, inkarcıların şair ve şiir algısıyla vahyin ontolojik konumunu tartışmaya açma girişimlerine dayanan temel sav, ancak dikey ve yatay incelemeyle açıklığa kavuşabilecek bir imkana sahiptir. Medine Dönemi’nden itibaren gelişmeye devam eden şair ve şiir algısını ise metafizik özgünlüğüne kavuşması bakımından ayrıca incelenmesi gerekmektedir. Şüphesiz ilk dönemlerde şaire ve şiire bakış açısı, vahyin inzaliyle geçirdiği metafizik gerilimin yanında Hicaz edebiyatının kültür araçlarına yön vermesi bakımından da dirim kazanmıştır. Özetle şiire bakış arkaik cahiliyye algısı, vahyin muhtevasına konu olması ve ilk dönem toplumsal realitede gelişmesiyle anlam kazanmış; kavramlar da bu üç anlam-yorum çevreninde işlev kazanmıştır.

Şiir (ş-a-r) sözlükte, “bir şeyi inceliklerini kavrayarak bilmek, sezerek vakıf olmak; uyumlu, ölçülü ve ahenkli söz söylemek olup, masdar kalıbında ise seziş, hissediş, sezgiye dayanan bilgi, duygu ve heyecandan kaynaklanan uyumlu, ölçülü ve ahenkli söz’’[1] manasında isim olarak karşımıza çıkmaktadır Rağıb el-İsfehani’nin el-Müfredat isimli eserinde belirttiğine göre “şi’r” kelimesi, Arap kültüründe kıl, tüy, saç anlamında kullanılırken, bu anlamdan istiareyle “Kıla/saça isabet ettim’’ deyişinde, incelik konusunda tıpkı kıla isabet etmek gibi olan bir bilgiyi elde ettim’’ fehvasınca kullanılmıştır. Yine “kök itibarıyla şi’r kelimesi Araplar’ın sözlerinde ince bilginin ismi iken daha sonra örfte vezinli, kafiyeli söze isim olmuş ve şiir sanatında ihtisas sahibi kişiye de ‘şâir’ denmiştir.’’[2] İsmail Hakkı Sezer’in İbn Faris’ten nakille belirttiğine göre, “şin-ayn-lâm” harflerinden meydana gelen şa’ara kökü biri sebat, diğeri biliş ve alamet olmak üzere iki temel manaya delalet eder. İkinci kök bir şeyi bilişi ve onun farkına varışı anlatır ve şaire, başkasının fark edemediği şeyleri fark etmesi nedeniyle şair denmiştir, iktibasını yaparak, şiirin derin bir seziş, hissediş ve kavrayış anlamına geldiğini’’ açıklar.[3] İbranice’de ise “şîn-yod-reş” harflerinden meydana gelen ‘şîr’ kelimesi şarkı, güfte, kaside, musiki ve marş anlamında, “şîn-yod-reş-he’’ harflerinden oluşan ‘şîrâ’ kelimesi de şiirsel kaside, şiir ve şarkı anlamında kullanılmaktadır.’’[4] Sezer, ‘’Arapça “şa’ara’’ kökünün ve makluplarının anlamları, Türkçe’de “aramak, ermek, urmak ve aşmak’’ kelimelerinin anlamlarıyla aşağı yukarı örtüştüğünü ifade ederken özetle dışa doğru bir boyut gelişmesi ile dışarıdaki bir şeye eriş, üstelik derin bir aramayı gerektiren üstün bir eriş’’[5] şeklinde açıklamaktadır. Şi’r kelimesi, Farsça ve Türkçe’ye Arapça’dan geçmiş olup menşei ve hangi dilden geldiği hakkında değişik rivayetler kaynaklarda yer almakta[6]; “şiir ve manzume’’ anlamına gelen Sâmi bir menşeiden geldiği ihtimali üzerinde durulmaktadır.[7]

Şiiri şiir yapan temel unsurlara baktığımızda his, hayal, ilham, lafız-mana ilişkisi, vezin-kafiye, kasıt ve niyet şeklinde ifade edebiliriz. Sözlükte “dizmek, ipe inci dizmek’’ anlamındaki ‘nazm’ kelimesi genellikle şiir ve şiir telifi için kullanılsa da, his ve hayal boyutu olmayıp yalnız vezin ve kafiye unsurlarını taşıyan didaktik şiir türü nazım ve manzume diye anılmaktadır. Duygu boyutu bulunmakla beraber vezin esasına dayanmayan kafiyeli metinler şiir değil edebi nesir kapsamında değerlendirilmektedir. Şiirin ana malzemesinin çoğunu hayalin teşkil ettiğini, zira duygunun gücünü tasvir edebilmek için hayale ihtiyaç duyulduğunu; hatta bazı Arapların vezinli-kafiyeli olmasa da hayal içeren her söze şiir dediklerini[8], şiirle ilgili yapılan araştırmalardan öğrenmekteyiz. Beliğ bir manaya sahip olan nesir türü yazıları da şiir türüne dâhil edenlerin görüşleri de dikkate alınarak; şiirin manzum ve mensur şeklinde iki kısma ayrıldığı ifade edilmektedir.[9]

CAHİLİYYE DÖNEMİNDE DİN, ŞİİR VE EDEBİYAT

Cahiliyye Şiiri

Cahiliyye kelimesinin, Arapların İslam’dan önceki dönemleri için kullanıldığı bilinmektedir. Arapça’da “c-h-l’’ kökünden türeyen cahiliyye kelimesi yaygın olarak bilgisizlik anlamında değerlendirilmektedir. Bir dönemin cahiliyye, yani bilgisizlik dönemi şeklinde nitelenmesi esasında kelimenin aslını ve kastını bize vermektedir. Türkçe sözlükte de cehalet kelimesi bilgisizlik anlamında açıklanmakta[10] fakat bilginin veya bilgisizliğin aposteriori değeri muğlâk kalmaktadır. Kuran-ı Kerim’de ilim ve cehl kelimeleri; salt bilgi ve bilgisizlik anlamından ziyade daha işlevsel bir manada, yani “a-r-f’’ kökünden türeyen marifet kavramıyla temas ederek kullanılmaktadır. Buna göre ilim, kendisiyle amel edilebilen, deneyim değeri olan; cehalet ise kendisiyle amel edilmemiş, deneyim değeri olmayandır. Cahiliyye Dönemi, Arapların İslam’dan önceki inanç, ahlak ve muamelat konularında tutum ve davranışlarındaki olumsuzluğu ifade etmektedir. Şiir ve hitabet gibi edebi ilimlerde performans sergileme bakımından Sami kültür havzasında başı çeken bir toplumun bilgiyle olan teşrik-i mesaisi gayet yoğundur. Fakat burada bilgi, edebiyat ve sanat anlayışı İslam’ın ortaya koyduğu inanç ve ahlak değerinden mahrum olduğu için, kendisiyle amel edilmeyen şeklinde nitelenmiştir. Özetle İslam’dan önce Arap toplumunun yaşayışını cahiliyye şeklinde niteleme, İslam medeniyetinin kurucu kültür unsurlarına göre bir nitelemedir. Elbette her toplumun kendine has bir etik ve değer anlayışı vardır. Bunu, Arap toplumunda cahiliyye döneminde var olan bazı örf ve adetlerin, İslam’ın değerleriyle çelişmediği için, evrensel değerler kategorisine uygunluğu nispetinde onaylanarak sürdürülmesi açıklar. Ancak bu olguyu değerlendirirken yine de etik-ahlak ayrımını göz önünde bulundurmakta fayda var. Cahiliyye döneminde yazılan manzum şiirleri incelerken muhtevanın çeşitlilik arz ettiğini görürüz.

Arap edebiyatının cahiliyye dönemine ait olan ve günümüze intikal eden en eski örnekleri 5.yüzyılın sonları ile 6.yüzyılın başlarına aittir. Araplarda okuma-yazma oranı düşük olduğu halde kültür ve sanatın ivme kazanmasının nedeni, şifahi kültür olgusudur. Kaynaklardan, Arapların cahiliyye döneminde şiire kutsal bir gözle baktıkları anlaşılmakta; sanat değeri yüksek olan şiirleri, kendilerine özgü ibadetlerde okumaları, meşhur şairlerden el-Mütelemmis (ö.m.569)’in bir beytini okumak isterlerken abdest almaları, dinledikleri şiirlerden çok etkilendiklerinde secdeye varmaları ve şairlere başka milletlerin peygamberlere baktıkları gibi bakmaları[11] şiire ve şaire yükledikleri kutsal anlamın birer göstergesidir. Yine belirtmek gerekir ki ilk dönem cahiliyye toplumu şiire edebi bir sanat şeklinde değil, gaybi-ruhani varlıklarla kurulan temasın sonucunda ortaya çıkan sezgi şeklinde bakıyordu.[12] Şüphesiz ki şiire ve şaire verilen bu yüksek değerin en bariz sebebi, günümüzde medyanın işlevini o dönemde şiirin ve şairin yerine getiriyor oluşuydu. Her şair bulunduğu kabilesinin propagandasını yapar, över; düşman kabilelerin moralini bozan hicivler söylerdi. Savaşlarda kabilesine cesaret verici şiirler söyler, barış zamanında politikayı dizayn edecek eserler üretirdi.[13] Kadim Arap şiirinin intikalinde her şairin ravi zincirinin bulunduğu, isnat ve rivayet değerini gözettikleri bilinmektedir. Bu dönemde yazı malzemeleri ticari ve içtimai hayatta kullanılırken, şiir başta olmak üzere edebi eserlerin şifahi yolla aktarılması, isnat ve rivayetin sözlü kültürün aktif birer aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Yine Haram aylarda kurulan Ukaz, Zülmecaz gibi panayırlarda hakem huzurunda düzenlenen şiir yarışmaları; ayrıca Hire ve Gassani sarayları ile bazı Hicaz merkezleri, şiiri teşvik eden ve alan açan imkanlar arasındaydı.[14] Bu dönemde gezgin şairlerin, şiir okuyarak caize almak için saraylarda yöneticileri ziyaret ettikleri, çölden gelen sert dil yapısının şehir kültürüyle temas edince yumuşadığı bilinmektedir.

Cahiliyye döneminde şairin konumunu derinleştiren en önemli etken, şairlere yüklenen karizmatik/kutsal roldü. Buna göre, her şairin bir cini vardı. Şair cini değil, cin şairi seçer; bir kimseyi sevgisine layık görürse erkek veya dişi olan cin, o kimsenin üzerine atılır, onu yere serer, göğsüne çıkar ve onu, bu dünyada kendisinin sözcüsü olmaya mecbur ederdi.’’ Bu mitolojik deneyimi geçiren kişiye şair denirdi. Her şair kendi cinine “Halil: samimi arkadaş’’ derdi. Örneğin, İslam’dan önceki en büyük şair olarak kabul edilen Al-A’şa’l-Ekber’in cini Mishal adını taşırdı. Şair, cinin ilhamını daima yukarıda, mesela gökten aşağı gelen ses şeklinde alırdı. Şiir ilhamının bu özelliğini ifade etmek için de “nüzul’’ kelimesi kullanılırdı. Nitekim Hassan b.Sabit, kendi ilham deneyimini şöyle ifade etmekteydi: “Sakin bir gecede bir kafiye seslendi göğün boşluğundan onun inişini aldım.’’[15] Bütün bu bilgilere ek olarak belirtmek gerekir ki, İslam’dan önceki son cahiliyye döneminde yazılan şiirlerde şiir-din ilişkisinin eskiye nazaran azaldığı ve bu sebeple şiirde din temasının zayıfladığı[16] ifade edilmektedir. Şiirde din temasının zayıflaması, şairlerin toplumdaki sosyo-politik konumuna yansıyan olumsuz etki hakkında ipucu vermektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ilzam etmek için çağdaşlarının neden “cinlenmiş şair’’ dedikleri dikkati haizdir. Son dönemlere doğru şairin sosyo-politik konumundaki bu değişimin sebebini, toplumsal hayatta seküler dönüşümün ivme kazanmasıyla arkaik inanç ve geleneklerin zayıflaması şeklinde açıklayabiliriz.

Cahiliyye döneminde şair, aynı zamanda döneminin kültürel unsurlarını en iyi algılayıp yaşayan, entelektüel düzeye sahip olup birikimini en yeterli ve etkileyici şekilde şiirine yansıtan kişi olarak değerlendirilmektedir. Araplar şairlere, diğer milletlerin peygamberlere baktığı gibi bakmaktaydılar. Günümüze kıyasla, medya ve kitle iletişim araçlarını çok iyi bir şekilde kullanan gazetecilerin, yazarların, politikacıların ve fenomenlerin kamudaki güçlü etkisi ve itibarı ne ise eski Arap toplumunda şairlerin işlev ve konumu da odur.

Cahiliyye Şiirinde Teolojinin İzleri

Teolojiden kastımız, belirli bir çalışma hiyerarşisi olan bilimsel bir disiplinden ziyade sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel hayatta belli bir inanca dayalı olarak gelişen yaşam tarzını; bu yaşam tarzıyla belirli bir mekân ve zamanda ortaya çıkıp gelişen din algısını ve bu algının medeniyet perspektifinde kurucu kültür rolünde işlev görmesini kast ediyoruz. Bu bağlamda öncelikle şunu sormak gerekiyor: Cahiliyye döneminde din pasif bir olgu mudur yoksa Arap toplumunun milli tarih bilincini inşa ederken başvurduğu bir kaynak mıdır? Cahiliyye şiiriyle ilgili yapılan araştırmalarda ve incelemelerde, o coğrafyada varlığı bilinen dinlerin muhtevasının pekâlâ şiirlere yansıdığı görülüyor.[17] Peki, İslam’ın karşı çıktığı şirk, ahlaki bozulma ve din karşıtı politik mücadeleyi besleyen cahili tavırla erken dönem cahiliyye şiirinde göze çarpan dini motifler arasında, Metinler arasından öte olgulararası bir bağ kurabilmek mümkün müdür? Kanaatimiz odur ki, erken dönem cahiliyye şiirini, şairlerin duygu ve düşünce dünyasını –imkânsız da olsa en azından- psikanalitik yaklaşım ‘tarzıyla’ incelemek, bize cahiliyye şiirindeki dindarlığın bireysel mi yoksa toplumsal mı olduğunu nispeten de olsa gösterecektir. Bu tespite neden bu kadar çok ihtiyacımız var? Çünkü İslam’ın inanç, ahlak ve medeniyet kalkınmasına medâr olmuş birçok kavramı, inanışı ve duyuşu cahiliyye Arap şiirinde, dolayısıyla İslam’dan önceki cahiliyye Arap toplumunda görüyoruz. Tabi bu biraz da Kur’an-ı Kerim’in ‘’mübîn’’ oluşuyla ilgili bir realite. İslam’ın cahiliyye Arap toplumuyla kurduğu diyalektik iletişim unsurlarını hatırlayalım: ses (çağrı), hitâb, mesaj, kelâm, söz, yazı. İnkârcılar İslam’ı çok iyi anlıyorlar. Çünkü Allah onlarla kelimenin tüm anlamıyla anladıkları dilden konuşuyor. Hatta iş öyle bir noktaya geliyor ki; Hz. Peygamber’i, son zamanlarda itibar kaybı yaşamış, dindarlığı/dini motifleri şiirde kullanan şair diye itham ediyorlar. Dikkat buyurun: kasıtlı olarak. Dindar-marjinal şairlik artık onlar (Mekke’nin ileri gelen aristokratları) için cinini kaybetmiş, insanları etkileyip kitle kültürünü yönlendirmede işlerine yaramayan, Ukaz, Zülmecaz ve Muallakât-ı Seb’a hatırına yaşamaya devam eden folklorik bir imgeye dönüşüyor. Cahiliyye Arap şiirlerinde yıllarca recezleri, satırları ve Arap divanını beslemiş bazı inanç motiflerini bir anda İslam’ın dilinde görünce paniğe kapılıyorlar. Yüce Allah (c.c.)’ın er-Rahmân sıfatı diyelim mesela. Onlarda aracılık anlayışıyla beraber ilah inancı da vardı, diyerek işin içinden kolayca sıyrılabileceğimiz bir nokta değil burası.

Cahiliyye döneminde, Arapların dini yaşantısında az sayıda insanın kapsamına girdiği Hanifliğin yanı sıra, Putperestlik, Yahudilik, Hıristiyanlık, Sabiilik, Zındıklık, Dehrilik, Mecusilik, iyilik ve kötülük veya aydınlık ve karanlık tanrılarına inanma, güneşe, aya, belli başlı yıldızlara, meleklere ve cinlere tapma gibi pek çok inanç bulunmaktadır.[18] Bu çeşitliliğin nedeni araştırmacılar tarafından din özgürlüğü, sosyal ve siyasal parçalanmışlığın kültürel uzantısı ve çevre medeniyetlerden etkilenme şeklinde açıklanmaktadır. Arapların duygu ve düşünce dünyalarında derin izler bırakan bu dinleri etkin bir şekilde dile getirenlerin şairler olması, şiir-etik-teoloji arasında tespit etmeye çalıştığımız hareketliliği göstermektedir. Putperestlerin, yaşadığı toplumda dinle ilgili ruhsal istikrarsızlık ve birtakım çelişkiler yaşaması; bazı haniflerde de kesin inanç düzeyinin ortaya çıkması kamuoyu ve din ölçeğinde şairin ilhamını etkileyen çevre faktörlerini göstermektedir.[19]

Kur’an-ı Kerim’de müşrik Arapların sıkıntılı anlarında Allah’a yalvardıkları,[20]en büyük yeminlerini Allah adına yaptıkları,[21] cinleri Allah’a ortak koştukları,[22] Allah’a oğul ve kız isnat ettikleri,[23] melekleri Allah’ın kızları olarak gördüklerinden[24] bahsedilmektedir. Cahiliyye şiirlerinde Allah, Rabb, ilah, ahiret, hesap, ceza ve mükafat kelimeleri Arap toplumunda aşkın bir yaratıcı inancının varlığına yönelik birer iz mesabesindedir.

Allah İnancı

Lakît b.Ya’mur/Ya’mer (ö.372?)’in divanında yer alan şiirlerinden bir kesite bakalım:

“Kin ve nefretin aleyhinize birleştirmiş olduğu kuvvet

Allah onlara galibiyet mi yoksa mağlubiyet mi nasip edecek bunu düşünemezler

İşinizi –aferin size- harp bilen

Engin tecrübeli kimselere veriniz.’’[25]

Bilindiği üzere Arap şairler düşmanı hicveden ve kabilesine cesaret veren şiirler terennüm ederlerdi. Kabilecilik ve asabiyete dayalı toplum anlayışı sebebiyle diğer kabileler ile savaşlar yaşanmaktaydı. Yine çevredeki diğer devletler ile zaman zaman yaşanan savaşların varlığı bilinmektedir. “Kin ve nefretin aleyhinize birleştirmiş olduğu kuvvet’’ ifadesi, savaşın öncesinde birlik ve beraberliği sağlamak için kendileri lehine savaşın meşruiyetini pekiştirmektedir. Hamasete karşı hamaseti tesis edebilmek için vicdanlara kabaca şöyle seslenmektedir şair: “Siz haksızlığa uğratıldınız. Eğer bir araya gelip kenetlenmez iseniz düşmanın adeta körüklediği ateşin yakıcılığında her şeyinizi kaybedebilirsiniz!’’ Kabileleri savaşın eşiğine getiren, kuşkusuz ki öncesinde –birçok nedeni olmakla beraber- birbirlerine karşı giriştikleri üstünlük mücadelesinde itibarsızlaştırma, anlaşmazlıkları sulh yerine bir menfaate bağlayarak çözüme kavuşturmayı tercih etme, istediği itibarı göremeyince de diğer kabileyi ve üyelerini kötüleme; kendince yakaladığı haklılık payıyla vicdanını ikna ederek karşı(?) mücadeleye girişme, bir zamanlar kız alıp verdiği, sosyal ve ekonomik ilişkiler kurduğu kabilenin kirli çamaşırlarını ortaya dökerek toplumda rezil ve rüsva etme gibi birçok durum, Cahiliyye Arap toplumunda kabileleri savaşa sürükleyen asabiyet psikolojisini ortaya koymaktadır.

Ey çölün ve kumun yakıcı sıcağı arasında kavrulmuş diri canlar! Düşmanın mizmarından, temreninden ve nağmesinden çekinmeyin! Ruhunuza sirayet etmiş birlik (asabiyet) ruhunu Allah da destekliyor… “Allah onlara galibiyet mi yoksa mağlubiyet mi nasip edecek bunu düşünmezler’’ ifadesi, Cahiliyye Araplarında Allah inancının varlığını göstermektedir. Burada sırası gelmişken belirtmekte fayda var. Tarihte savaş, istila, yağma ve doğal afet zamanlarında ortaya çıkan ezoterik inançlarla Araplar’ın Allah inancını karıştırmamak gerekir. Araplar’da Allah inancı, -tabiri caizse- spiritüel bir tasarım içeriyor. Araplar için Allah inancı, inanç fetişizmini domine eden güçlü bir imgeden ziyade semavi dinlerin teistik Tanrı tasarımına ‘yapısal olarak’ uygun düşüyor. Politeist tarzda ortaya çıkan putperestlik ise arkaik Allah inancından sonraya tekabül etmektedir. Savaşta galibiyeti veya mağlubiyeti verenin Allah olması inancıyla, Arapları/kabileyi düşman karşısında bir araya getiren gücü kutsayarak, süreç boyunca ortaya çıkabilecek her türlü ümitsizlik, yılgınlık, ayrılıkçılık, fitne ve fesadın önüne geçilmeye çalışılıyor. Cahiliyye Allah inancının İslam inancıyla arasındaki en temel farklardan birisi; cahiliyye inancının ilahi sıfatları pasifleştirmesi ve sıfatlara seçici yaklaşmasıdır. İslam inancında Allah; kadir-i mutlak olarak direkt insana, tabiata ve tarihe müdahil olurken, cahiliyye inancında Allah; –gerektiğinde- savaşa veya yardıma çağırılıyor. Bu aynı zamanda Arapların, ilah tasavvurunu belirli bir zaman ve mekân uzamında tasavvur ettiklerini gösteriyor.

“İşinizi –aferin size- harp bilen/Engin tecrübeli kimselere veriniz.’’ ifadesi de kabilenin geleceğini ilgilendiren kritik konularda kaderci bir anlayışın rüzgarına kapılmadan, savaşın seyrini galibiyet yönünde dizayn edecek, işinin ehli kimseleri komutaya getirmeyi vurguluyor.

Şiirin muhtevasını toparlayacak olursak, kamuoyu ve din ilişkisi bağlamında şiirde imgelere sosyo-politik bir işlev yüklendiğini görürüz. Öteki karşısında biz, Allah inancı ile destekleniyor. Yatay boyutta genişleyen çağrı beşeri nitelikte tezahür ederken, yaratıcının kadir/kudret sıfatı ümitsizliği, yılgınlığı ve dağılmayı önleyen yükselti şeklinde sezgiyi güçlü bir zemin üzerine bina ediyor. Çaresizlik karşısında ilahi güce yönelme, cahiliyye Arap şiirinde göze çarpan tipik bir ilgi olmasına rağmen, Lakît b.Ya’mur/Ya’mer’de bu ilginin ne kadar hanif ya da ne kadar putperest inançla bağıntılı olduğu ise belirsizdir. İslam’ın eleştirdiği müşrik tavrın bir özelliği olarak, zor zamanda Allah’a yönelip rahata kavuşunca Allah’ı unutma durumuyla cahiliyye şiirlerine yansıyan güçlü yaratıcı imgesi arasında metinler ve olgulararası ilişkinin varlığıyla ilgili bir saptama yapabilmek için ilk ve son dönem cahiliyye realitesi arasındaki farkın tespit edilmesi gerekiyor. Cahiliyye şiirinde Allah adına yemin, Allah adıyla beddua, Kâbe adına yemin, Rabb, Rahman, Tevhid, Cennet, Cehennem, Ahiret Azabı, Allah Takvası, Kafirler, İlah, Arş, Ahiret, Hesap, Ceza-Mükafat, Sevap-Amel, Amel Defteri, Hanif Dini şeklinde uzayıp giden tema ve imgeleri etraflıca inceleyerek, İslam’ın bu temalarda nasıl bir revizyona giderek teoloji geliştirdiğini gözlemleme imkanına kavuşabiliriz. Diğer yazıda cahiliyye şiirlerinde işlenen bu temalarda teolojik çizgiyi takip ederek, cahiliyye döneminin İslam’la kesiştiği evrede yazılan şiirleri inceleyeceğiz.

Kaynaklar:

[1] İsmail Durmuş, ‘’Şiir’’, DİA, Ankara 2002, XXX IX, 144; İbnManzur, Lisanu’l-Arab, Daru’l-Marife, Beyrut ts., 2273-2278

2 Rağıb el-Isfehani, el-Müfredat, 552-553.

3 İsmail Hakkı Tezer, Kur’an’da Şiir ve Şair, Marife, yıl.3, sayı.1, bahar 2003, 8.

4 A.y.n.eser, 8.

5 A.y.n.eser, 8.

6 Nurettin Tugay, İslam Kültüründe Şiir, Diyanet İlmi Dergi, Ankara 2004, sayı.1, 114.

7 Tezer, 8.

8 Dia, ‘’Şiir’’, 144.

9 Tugay, 115.

10 Türkçe Sözlük,TDK, Ankara 2019, 449.

11 Kadir Yıldırım, Hz.Peygamber ve Şiir, Diyanet İlmi Dergi, Ankara 2003, Peygamberimiz Hz.Muhammed (sav) –Özel Sayı-, 547.

12 Necati Kanter, Vahiy Risalet ve Şiir, FÜİF Dergisi, Elazığ 1999, 4, 235.

13 Yıldırım, 547-548.

14 DİA, ‘’Şiir’’, 146.

15 Kanter, 234-235.

16 Mehmet Yalar, Cahiliyye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi, UÜİF Dergisi, Bursa 2008, c.17, 2,28.

17 Reynold A.Nıcholson, İslam Öncesi Arap Şiirinde Dinin Etkileri, AÜİFD, Erzurum 2002, çev.İbrahim Yılmaz, s.17, 224.

18 Yalar, 21.

19 Yalar, 22.

20 Yunus 10/22.

21 En’am 6/109.

22 En’am 6/100.

23 En’am 6/100.

24 Necm, 53/21.

25 Ali Bulut, Cahiliyye Şiirinde Bazı Dini Motifler, OMÜİF Dergisi, Samsun 2005, 18-19, 218.

 

[1] İsmail Durmuş, ‘’Şiir’’, DİA, Ankara 2002, XXX IX, 144; İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Daru’l-Marife, Beyrut ts., 2273-2278

[2] Rağıb el-Isfehani, el-Müfredat, 552-553.

[3] İsmail Hakkı Tezer, Kur’an’da Şiir ve Şair, Marife, yıl.3, sayı.1, bahar 2003, 8.

[4] A.y.n.eser, 8.

[5] A.y.n.eser, 8.

[6] Nurettin Tugay, İslam Kültüründe Şiir, Diyanet İlmi Dergi, Ankara 2004, sayı.1, 114.

[7] Tezer, 8.

[8] Dia, ‘’Şiir’’, 144.

[9] Tugay, 115.

[10] Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 2019, 449.

[11] Kadir Yıldırım, Hz.Peygamber ve Şiir, Diyanet İlmi Dergi, Ankara 2003, Peygamberimiz Hz.Muhammed (sav) –Özel Sayı, 547.

[12] Necati Kanter, Vahiy Risalet ve Şiir, FÜİF Dergisi, Elazığ 1999, 4, 235.

[13]Yıldırım, 547-548.

[14] DİA, ‘’Şiir’’, 146.

[15] Kanter, 234-235.

[16] Mehmet Yalar, Cahiliyye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi, UÜİF Dergisi, Bursa 2008, c.17, 2,28.

[17] Reynold A.Nıcholson, İslam Öncesi Arap Şiirinde Dinin Etkileri, AÜİFD, Erzurum 2002, çev.İbrahim Yılmaz, s.17, 224.

[18] Yalar, 21.

[19] Yalar, 22.

[20] Yunus 10/22.

[21] En’am 6/109.

[22] En’am 6/100.

[23] En’am 6/100.

[24] Necm, 53/21.

[25] Ali Bulut, Cahiliyye Şiirinde Bazı Dini Motifler, OMÜİF Dergisi, Samsun 2005, 18-19, 218.

Hazırlayan: Emre KOÇ