SANATIN SEYRİ / Kemal ÖZAYDIN
Her bir güzellik ve şükür, âlemleri yoktan var eden Allah‘a aittir. Yaratma sanatı gerçekleşmeseydi şüphesiz sanat da olmazdı. Sanat ilk O’nunla başladı.
Süleyman Çelebi merhumu yâd ederek; “Allah adın zikredelim evvela / Vacip oldur cümle işte her kula.” beyitini terennüm ediyoruz, tezekkür ediyoruz.
Her yiğidin yoğurt yemesi farklıdır düsturu ile biz de her konuda yazarken, düşünürken, uygulama yaparken “Allah, bu işe ne diyor?” prensibi ile başlıyoruz. Başlıyoruz demek belki iddialı olur ama öyle yapmaya çalışıyoruz. O’nun adını anmadan yapılan işlerde bereket olmayacağı inancını taşıyoruz. Bazı konuları kapalı geçiyoruz. Okuyucuyu araştırmaya, incelemeye ve ilgiye sevk etmeyi amaçlıyoruz.
Sâni isminin anlamı; “her şeyi sanatla yaratan” şeklinde açıklanıyor. İnsana coşku veren, azmimizi, şevkimizi artıran, hayatı anlamlandıran latif bir vasıflandırma.
Rabbimiz Neml Suresi 88. ayet-i kerimede; “Dağları görür, onların durduğunu sanırsın; oysa bulutlar gibi hareket ederler. Bu her şeyi çok sağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz o yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.” buyurarak sanatını icra ettiğini, hem de estetik ve özenle yaptığını bildiriyor.
İnsanın ahsen-i takvim üzere yaratılması sanat değil midir? Düşünmeden okuma anlayışımız yüzünden ahsen-i takvimi okurken, hüsn (güzellik) ü ihmal ederiz. Yine “Muhsin” isminin anlamını da iyilikle açıklarız, “güzelleştiren” anlamı üzerinde pek durmayız.
Güzellik, estetik, sanat hayatımızda her an ve her yerde olması gereken unsurlar iken arada bir yâdımıza düşen, aklımıza gelen konular olageldiler epey zamandan beri.
Allah’ın cemal sıfatı ve tecellileri hep güzellik ve sanat dolu. İmanı önceleyen dinin “estetik imanı” anlattığını, “iman edenlerin kalplerinin yumuşamasından, titremesinden” bahseden ayetlerden anlıyoruz. Estetik imanın kaynağında aşk vardır, nihai hedefi cemalullahtır. Bu iman sahibi yeryüzünde halife olarak yaratıldığını da idrak eder, amelleri ve fiilleri ile kullukta karar kılar.
Düşünerek, önyargısız, şablon düşüncelerden uzak okumalar yaptığımızda ilahi hitaplar yolumuzu aydınlatıyor. Gönlümüzü, aklımızı, fikrimizi, kalbimizi doğru kaynaktan gelen ilhamlara açabildiğimiz ölçüde istifade ediyoruz.
Güzellik ve sanatın anlatıldığı çok örnek var, bazılarını zikredelim:
“Allah O'dur ki, sizin için yeri bir karargâh, göğü de bir bina yapmıştır. Size şekil vermiş, sonra şekillerinizi güzelleştirmiştir. Hoş nimetlerden size rızık vermiştir. İşte Rabbiniz o Allah'tır. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir! (Mümin/64).”
“Gökleri ve yeri haklı bir gerekçe ile hikmete dayalı olarak, hesaplı bir düzen içinde yarattı. Sizin çehrelerinizi, vücut hatlarınızı şekillendirdi. Şekillerinizi, çehrelerinizi, bedenlerinizi itina ile yaratarak güzelleştirdi. Sonuçta yalnız O'nun huzuruna varıp hesap vereceksiniz. (Teğabun/3)”
Keza Peygamberimiz (s.a.v) ’in hadislerinde de sevgiyi, güzelliği, aşkı, estetiği, zarafeti kalp hassasiyetini görmek mümkündür.
“Allah temizdir, temizliği sever, güzeldir güzelliği sever, merhametlidir, merhameti sever, cömerttir cömertliği sever. Saçınız varsa temiz tutunuz, Yahudilere benzemeyiniz. (Tirmizi, Edep/ 41)
Dünyadaki iyi yaşamanın neticesi olarak ahirette Allah’ın cemalini arzulama, cennet nimetlerine iltifat etmeme, Yunus diliyle “Bana seni gerek seni” demek de bize göre aşk, estetik ve sanatla özdeşleşen bir duygudur.
Sözün özü; ilahi emirlerde sanat var, estetik var, güzellik var. Bu duygular insana yaratılış olarak verilmiş.
Fıtrat güzeldir çünkü mayası, hamuru güzellikle yoğrulmuştur. Bu kaynaklardan doğru beslenen insanlar kültür ve medeniyetler kurmuşlar. Zira medeniyetin kurulması için güzellik, estetik, sevgi ve bilgi gereklidir. Hâsılı sanatın alanı çok geniş, düşünce zemininde, uygulama planında uçsuz bucaksız derya gibidir. Kitaplar yazılsa kâğıda sığmaz, hitaplar yapılsa sözler yetersiz kalır.
Bizim yazımıza konu edeceğimiz bölümler; kültür ve medeniyet dünyamıza etki eden, insan olarak bizi ilgilendiren, yücelten, geleceğimizi şekillendiren kültür, sanat, mimari, müzik, resim gibi alanlarda, düşünce ve uygulamalar noktasında yaşadığımız sıkıntılardır. Bu konular artık günlük hayatımıza fazlaca girmesine rağmen inanç dünyamızda yerli yerine oturmamış, kaynağı çok sağlam olmayan bir takım bilgilerden dolayı “yasak, haram” kavramları ile kuşatılmıştır. Tutucu bakış açıları ile hakkında konuşmanın cesaret istediği tehlikeli sahalar halini almıştır.
İnsan olmamızdan kaynaklanan, fıtratımızda tabii olarak bulunan konulardan uzak durmakla meseleyi hallettiğimizi, halının altına süpürme metodu ile kurtardığımızı zannediyoruz. İşin garip yanı geçmişimizde, tarihimizde, medeniyetimizde bize bırakılan zengin bir birikimi yok sayarak, yüzümüzü çevirerek yapıyoruz bunu.
Aslında arzumuz; sanatın, müziğin, resmin yasak mı helal mi olduğu tarafıyla değil de sanatın “kendisiyle” ilgili konuşuyor olmaktı. Uzaklara gitmeden yaşadığımız şehirlerdeki sanat eserlerini yeni nesil hiç bilmiyor, eski nesil ne kadar biliyor? Dışardan gelenler bu eserleri neden bizden daha fazla geziyorlar araştırıyorlar? Kültürümüze, sanatımıza nasıl yabancı olduk, bigâne kaldık, neden uzaklaştık?
Kişiliğimizi / kimliğimizi kültür ve sanatımız oluşturuyor; öyle arada bakılacak, ilgi alanımıza çok az girecek konular değil bunlar. Günlük hayatımızda ailede, okulda, işte bu alanların dışındaki her zeminde olması gerekiyor.
Yaşadığımız şehirler, evler, mahalleler, siteler, sokağımız, alışveriş alanları bizi biz yapar. Giyim tarzımız, örf, adet, geleneklerimiz hepsi kültürü, sanatı bünyesinde barındırır.
Biz kimiz nereye aitiz, Batılı mı Doğulu mu? Bu soruların cevabı inanç dünyamızda var, geçmişimizde fazlasıyla var. En önemlisi geleceğimiz olan çocuklarımız resim, müzik gibi alanlara ilgi duymalarına rağmen yasakçı zihniyet yüzünden kendilerini ya geliştiremediler, ya da kaçak olarak ilgilenmek durumunda kaldılar. Giderek manen yoksullaşan çareyi renkli maddelerde arayan, ev araba arsalara gönül kaptıran ebeveynler olarak bizler de iyilik (güya)yapıyoruz diyerek çocuklarımızı zorlama alanlara yönelttik. Doktor, mühendis yapmak yerine iyi insan yetiştirelim diye düşünmedik. Yarış, habire yarış, koşuşturma, telaş, biraz daha fazla dünya! Sonunda, internet ve dijital çağ ile birlikte söz dinlemez oldular, bizim de gücümüz yetmez oldu, elimizden kayıp gittiler. Biz hala kendi dünyamızda kendimizi avutuyoruz.
Vesikalık resimlerin haram helal oluşu konuşulmuyor artık; selfiler, fotoğraflar mahrem alan bırakmadı. İfrat ve tefrit arasında gidip geliyoruz. Doğum anından ölüm döşeğine kadar her taraf fotoğraf oldu. Mimaride, estetikte neden yetersiz kaldık, nerde hata yaptık, nasıl düzeliriz? Öyleyse sorun olan veya bizim sorun ettiğimiz alanlarda İslam’da sanatın yeri nedir?
Sıkıştığımız bu alandan nasıl çıkmamız gerekir? Çözümlerimiz ne olmalıdır?
Milli ve yerli duruşa sahip olmamız için milli bir mimarimizin, inanç dünyamızdan beslenen sanat anlayışımızın olması gerekmez mi?
Şehirlerimizin dışı, evlerimizin içi, mahallemiz, sokağımız, ibadethanelerimiz ve diğer ortak kullanım alanlarımızın bize ait, kültürümüzü yansıtacak bir şekilde inşâ edilmesi gerekmez mi?
Bu sorular kafa yormamız gereken, üzerinde uzun uzun düşünmemiz gereken sorulardır. İşin bir tarafında bu eksikliğimiz varken diğer tarafta resim, müzik ve diğer sanatların yasakçı anlayışlarla geliştirilememesi var. Bir kısım konulardan yasak, haram diye uzak kalmışız ama yasak olmayan alanlarda da durumumuz içler acısı.
Fıkıh adamı değiliz, fetva vermek gibi bir niyetimiz de yok ama sorunlarımızın olduğunu ve bu sorunların çözümü için düşünce üretmenin Allah emri olduğunu, salih amelin faydalı iş üretme olduğunu biliyoruz.
Bilgilere ulaşmada problem yok, önemli olan önyargısız okumak araştırmak ve bilgiyi doğru yorumlamak. İslam’ın ilk yıllarından itibaren yaşanan olaylar ve konularla okuyucuyu bilgiye boğmak istemiyorum. Konuyu araştırmak için yaklaşım geliştirmek, sorgulamaya kapı aralamak, düşünceye sevk etmek istiyorum.
Basmakalıp düşüncelerle bu yasak, bu haram diyerek insanların sanattan uzak kalmasına yol açmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Nasıl sorusu yanında neden, niçin soruları ile konuların, özellikle bu konunun irdelenmesi gerekiyor.
Derinlemesine bakıldığında resim, tasvir, heykel gibi yasakların İslam öncesi putlara tapınmadan kaynaklanan sorunu ortadan kaldırmaya, tevhid inancını yerleştirmeye yönelik olduğunu anlıyoruz. Biz biliyoruz ki inanç alanında değişim yapabilmek, tabuları yıkmak, önyargıları kırmak dünyanın en zor işlerindendir. Birden bire bu yanlıştır anlayışı ile olmaz. Zaman ister, emek ister, sabır ister. Bu alanlarla ilgili diğer bir husus; meseleye, sonuç olarak bir amaca hizmet etmeyen, vaktin boş yerlere harcanması olarak bakılmasıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den bir örnek vermek gerekirse; miladi 858 tarihinde ölen tarihçi Ezraki’nin “Ahbar ul Mekke” isimli eserinde, Mekke’nin fethi sonrası Kabe’deki putların temizlenmesi sırasında, Hz. İsa’yı Meryem’in kucağında gösteren bir resmin üzerine Peygamberimizin elini koyarak “Bu dursun!” dediği yazar.
Yine Peygamberimiz (s.a.v) güzel Kur’an okunmasını övmüş “Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz.” buyurmuştur.
Meşhur şair Hassan Bin Sabit’i bilmeyenimiz yoktur. Peygamberimizin (s.a.v) sürekli yanında bulundurduğu bu meşhur şair hakkında “Hassan’ın fıtri kabiliyetini ve ilhamını Ruh’ul Kudüs destekliyor.” diye övgü dolu sözler söylemiştir. Mekke’nin fethinde hakkında ölüm fermanı çıkarılan ve daha sonra Müslüman olan meşhur Kasideyi Bürde şairi Kâb Bin Züheyr de ilgiye mazhar olan, Peygamberimizin hırkasını hediye ettiği şairlerdendir.
Esasen din hayattır diye söyleyip, hayattan kopartan da bizleriz. Dinde ruhbanlık yok diye söylediğimiz halde dini batıni alanlara hapseden, anlaşılmaz erişilmez kılan da bizleriz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Medine’ye hicreti sonrası ağaç dikimi, ağaçların korunması, kuş yuvalarının bozulmaması, belli zamanlar dışında avlanmayı yasaklaması konuları din adına anlatılmaz, yeterli düzeyde bilinmez. Medine civarında 32 km yarıçapında bir alanda ağaç kesmeyi yasaklaması, sit alanı ilan etmesi bilinmez. Yeni açmakta olan bir fidanı “ah keşke ben de senin gibi aşılı bir fidan olsaydım” diyerek eğilip öpmesi gündeme gelmez.
Hutbeden inerek torunlarını kucağına alması, hanımı ile koşu yapması, devesini yarışlara katması konuları da özellikle din adamlarının bugün cesaret edip uygulayamayacağı sünnetlerdendir. Peygamberimiz(sav)’in yaşadığı evin kapısı mescide açık bir şekilde idi. Aişe annemiz oraya resimli bir kumaş astığı için kaldırmasını söylemiş aynı kumaştan yastık yapınca ses çıkarmamıştır. Keza sahabelerin de evlerinde, kullandıkları bazı eşyalarda, yüzüklerinde resimlerin olduğu yönünde rivayetler vardır.
Huzeyfe bin Yeman’ın mühür şeklindeki yüzüğünde iki turna resmi olduğu, Hz. Ömer’e Danyal (a.s.)’dan üzerinde iki aslanın bir çocukla birlikte resmi olan yüzüğün intikal ettiği, Hz. Ömer’in bu yüzüğü gözleri yaşlı bir şekilde Ebu Musa El-Eşari ‘ye verdiği muteber kitaplarda anlatılmaktadır.
Ebu Hüreyre’nin yüzüğünde iki sinek resminin olduğu, Peygamberimizin kullandığı, başkalarına verdiği sancak flama benzeri malzemelerde kartal benzeri resimlerin olduğu rivayet edilmiştir.
Tarihçi Mukaddesi’nin bildirdiğine göre Suriye’den gelen ve üzerinde kabartma insan figürleri bulunan buhurdanı Hz. Ömer, Medine’de camide kullanmıştır.
Güzel sanatların bir dalı olan müzik insan ruhunu en fazla etkileyen unsurlardan biridir. Esasen müziğin insanın fıtratı gereği insanlık tarihi boyunca her toplumda olduğu bir gerçektir. Aişe annemizin, oynayan Habeşlileri Peygamberimizin omuzuna yaslanmış bir vaziyette seyrettiğine dair rivayetin Buhari ve Müslim’de olduğu herkes tarafından bilinmektedir.
Peygamber Efendimiz dönemi sonrası devam eden yönetimsel yapılar ve devletlerde, eserleri bugüne kadar gelen güzel medeniyet örneklerinde, Türkler tarafından kurulan devletlerde kültür, sanatla ilgili hayranlık uyandıran ihtişamlı eserler ortaya konulmuştur. Sivas’ın Divriği ilçesinde bulunan Divriği Ulu Camii Ve Darüşşifası bu anlamda başlı başına bir şaheser örnektir. Hem içerisinde hem de dışındaki kapı ve diğer unsurlarda resimler, tasvirler, kabartmalar bolca kullanılmıştır. Camiye bitişik hastanede ise su sesi ve müzikle hastaların tedavi edildiği düşünülürse bugün henüz o teknolojiye ulaşamadığımız anlaşılır.
1000’li yıllar İslam’ın altın yıllarıdır ve kültür, sanat alanında nice altın adamlar yetişmiş ve eserler vermişlerdir. Tıp, matematik, astronomi, fizik, kimya, coğrafya, tarih ilimlerinde zirve insanlar nice buluşlara imza atarak insanlığa katkı yapmışlardır. Kıymetlerinin bu kadar bilinmeyeceğini belki onlar da hiç tahmin edemediler. Tarihin bir yerinde -ki bu genelde 15. ve 16. yüzyıllar olarak anlatılır- ciddi bir kırılma yaşadık. Aklı öteledik, akıl ve nakil dengesini koruyamadık. Düşünmeyi değil kolaycılığı seçtik. Bugün hala üzerinde konuşamadığımız yasaklarla dinin insan hayatına getirdiği, getirmesi gereken rahatlığa, huzura kavuşamadık. Dini yasaklar manzumesini, insanlara sıkıntı veren bir alan olarak anladık ve öyle anlattık. Tebliğin “belağat” yönünü ihmal ettik. Sanatı kaybettik. İnsanı kaybettik. Şehri, mimariyi, estetiği maddeye kurban ettik. Öncelikle düşüncelerimizi gözden geçirmek, kendi koyduğumuz engelleri kaldırmak, geçmişin sanat anlayışını anlamaya çalışmak zorundayız. Bağnazlıklarımızı, niçini olmayan katı düşüncelerimizi sorgulamak zorundayız. Düşününce “efkâr (fikirler) bastı” diye düşünme alanından kaçmamalıyız.
“Yiğit düştüğü yerden kalkar” kuralı gereği büyük bir medeniyetin mirasçısı olan bizler kültür ve sanatın kıymetini, değerini, insana dokunan olumlu yönlerini bilmeli, geçmişi anlamalı, geleceği şekillendirecek nesilleri sağlam birikime sahip olacak şekilde yetiştirmeliyiz.
Kültür ve sanat, kıymetinin bilinmediği yerden göç eder. Ezcümle şudur: Kültür / sanat alanı; su gibi, ekmek gibi, alınan nefes gibi önemli bir alandır. İnsan mutluluğuna doğrudan etkisi vardır. Uzun ömürlü medeniyetleri ve bu medeniyetlere ait muhteşem sanat eserlerini; aşkı, sevgiyi, estetiği, güzelliği idrak eden insanlar ve toplumlar inşa ederler.
Güzellik konusunda aşkın coşkusunu her dem dile getiren Fuzuli’ye kulak verelim:
“Hüsnün oldukça füzûn, aşk ehli artık zar olur
Hüsn ne miktar olursa, aşk o miktar olur”
Sanatın güzelliği ile, aşkla kalın.
Kemal ÖZAYDIN