ÜMİT VARDAN ÖTEDİR / Kemal ÖZAYDIN
Bahar muştusu, zerreden kürreye inceden bir kıpırdanma ile telaşsız, acelesiz, içinde sekine barındıran, ne yaptığını bilen, hedefi belli, mutlak kudrete boyun eğmenin verdiği hazla, baş gözü ile gör(e)mediğine inan(a)mayanlara inat ilk yaratılışı da, yeniden doğuşu da ve sonsuzluğu kuşatan rahmeti de, müjdeleri de, ümidi de haykırır durur.
Bu hercümerç içindeki ahenk, âşığın sinesinden diline dökülür, sadığın sıdkında zirveye çıkar, zühd olur içe döndürür, şairlerde mısralara dökülür, manzum başka söyler, nesir başka türlü akar.
Yağmur tanelerini taşıyan görevli melekler rahmeti indirir arza. Dağ, toprak, deniz, gök, insan hasret kaldığı ümide, bahara koşar.
Düştüğüne inandığımız, cismini görmediğimiz ama resmini tabiatta gözlemlediğimiz cemreler havaya, suya ve nihayet toprağa düşer de toprak bize bahar müjdelerini, ümitlerini getirir.
Kudret tezahürü, (görme bahtiyarlığını tadanlar için) ziyafetler sunar. Gökyüzünün ağlaması ile gülen ve bu gülüşle bin bir türlü renk cümbüşü içinde yeşillik, güzellik bitiren toprağın süslediği bağ, bahçe ve gülleri tefekkürle seyredebilen insanlara sunulur bu ziyafetler. Gökyüzüne bakıp, “Sen bunları boşuna yaratmadın!” diyebilenler için lezzet bahşeder. Öyle ya: “Görenedir görene / Köre nedir köre ne?”
“İşit Niyazi’nin sözün
Bir nesne örtmez hak yüzün
Hak’tan ayan bir nesne yok
Gözsüzlere pinhan imiş”
Bahar ümide çağırır; ümit, vardan da ötedir.
Güz ayında toprağa atılan tohum, “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” sorusuna cevap verir de baharda baş gösterir.
Kuruyan ağaçlar; dikilen fidanlar zayıf ve aciz gibi görünür de, baharla birlikte ümit kesmeyenler, ümidini kaybetmeyenlerin temaşası için meyveye dururlar.
“Ey kendileri aleyhine aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!” Ayrılık acısını ve hasretliği doya doya, döne döne yaşayan Hz.Yakup (a.s) ümidin de kıymetini bilenlerdendi. Yusuf’u bulmak için kardeşlerini Kenan iline gönderdi de: “Allah’ın lütuf ve merhametinden ümit kesmeyin, çünkü Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümit keser.” (12/87) sözünü söyledi.
“Yusuf’un şevki visaliyle müdam
Cennet olur Yakub’a beytül hazan”
Tövbe kapısı da ümide çağıran bahar müjdesi gibi hep açıktı, günahından tövbe edenin hiç günah işlememiş kabul edileceği taahhüdü ile.
Rasulullah (s.a.v) da “Müminde yeis olmaz; mümin yeşil ekine benzer, rüzgârla eğilir fakat devrilmez!” diyerek ümide, müjdeye, bahara davet eder. Her konuda çıkış yolları gösterir; daralan, bunalan insanoğluna.
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin nefret ettirmeyin.” nebevi sözü bütün insanlık için geçerli; herkes için, her zaman uygulanması gereken evrensel bir ölçü değil midir?
Bahar ümidi haykırır; ümit, vardan ötedir.
Söz ustaları, nesirciler, manzumcular, şairler de baharı terennüm etmişler her fırsatta. Baharda bülbülü söyletmişler. Bülbülden, seyri ve rengi ile tomurcuk hali ile, açması, solması, kuruması ile gülü anlatmışlardır. Aşkı hikâye etmişler. “Ah minel aşk!” diyerek dermanı derdin içinde bulmuşlar.
“Derde düştün niçin derman ararsın
Âşıklar dert arar derman içinde”
(Eşrefoğlu Rumi)
Leyli ve Mecnun hikâyesini Genceli Nizami mi iyi söyledi, Şeyh Galip mi; yoksa Fuzuli de mi zirve yaptı bu hikâye?
Hepsi çok güzel anlattı, Allah onlardan razı olsun. Tamamını oku, gönlünü gıdalandır.
“Ten mezbelesinden geç, gönlü besle, ebedi yurda gönülle gidilecek.” dedi Mevlana. Kelamın tesirini, etkisini artırıcı şekilde söyleyen bu ustalar, arzuhalciler gibidir. Yeni nesil pek bilmez arzuhalcileri. Önlerinde daktilo, çoğu zaman seyyar, bimekân bu şahıslar, bir ahşap sandalye ve masa ile halkın “Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle!” taleplerine çözüm üretirlerdi.
Kalkandelenli Remzi de arzuhalini satırlara böyle dökmüş:
“Gözün yaşın döküp derdim bahar olsa bahar olsa
Çiçekler açılıp gönlüm açılsa ruy i yar olsa
Bahar eyyamı destümde ayağ eğlencem olmazdı
Gönül sabretse eğlense elimde ihtiyar olsa”
Edebiyat dünyasının edepli, erdemli, faziletli insanları ümidi, müjdeyi anlatmak için bahardan feyz almışlar. Darendeli Hulusi Efendi şu dizelerinde baharı, bülbülü, vuslatı, ümidi ne güzel anlatmıştır:
“Bahar eyyamıdır sahn ı çemende neş’eden ey gül
Figan ı bülbülü guş eyleyip çak ı giriban et
Ümidin kesme arzuyu visal ile olup daim
Hulusi hak-i pây-i yâre yüz koy zar u efgan et.”
Mecnun da ümitle gezdi çöllerde. Vuslat da ümit barındırır bünyesinde bizatihi. Ayrılıklar olmasa aşk da olmazdı denilmiş.
İki davalı Mecnun’a geldiler de: “A aşkın kişi, sen ki kendinden geçmişsin, hislerinden arınmışsın; aşk seni aşkın hale getirmiş; menfaat, kurnazlık, cin fikirlilik ilkelliklerinden geçmişsin. Sözün kitaptan olur, kitabın ortasından. Bizim bir davamız var, içinden çıkamadık. Seni hakem yaptık. Müşkülümüzü çözersin diye ümit etmekteyiz. Tarlalarımız ekilmeyi bekliyor. Davamız da bize yol vermiyor. Hükmünü bekliyoruz.”
Mecnun her iki tarafı dinledi veya dinler göründü. Adamlar çözüm konusunda ümitle bekliyorlardı. Ümit, vardan öteydi.
“Ben her bahar âşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun. İstemek de güzel.”
(Can Yücel)
Anlatanlar dedi ki: “Durum böyle; dinledin, sence kim haklı?”
Mecnun uzaklara bakıyordu, ufukta bir gölge görüyor gibi. Leyla’ya kavuşma ümidi diri kılıyordu canını. Dedi ki: “Bu durumda Leyla haklı!”
Dedik ya bahar ümittir; ümit, vardan ötedir. Âdem’den son resule kadar Allah elçileri de ümidi işlediler ilmek ilmek. Kendi hayatlarında yaşadılar, hissettiler. Belalara, imtihanlara, hastalıklara, salgınlara karşı ümidi yaşayarak bahara çıktılar.
İndirilen ve bize ömür reçetesi sunan Kitab-ı Kerim’de rahmet ayetlerinin sayısı 114, gazap ayetleri ise 24 imiş. “Rahmetim gazabımı geçti.” ümidi, müjdesidir bu işte.
“Nuh, Rabbine çağırdı, ben yenildim, mağlup oldum, alt oldum, derdimi anlatamadım, yardım et. Hemen göğün kapılarını bardaktan boşanırcasına inen bir yağmura açtık.”
İbrahim, İsmail, Yakup, Yusuf, Eyyup, Musa, Zekeriyya (a.s)… Hepsinde imtihan sonrası kurtuluş, zorluk sonrası kolaylık, aczini bilme sonrası sahip çıkma var.
Peygamber Efendimiz (sav) ilk vahiy sonrası kesintiyle daraldı, bunaldı, sıkıntıya düştü. “…Rabbin seni terk etmedi, darılmadı.” müjdesi ile inşiraha kavuştu.
Kuran anlattı ki, hikâye olsun diye değil; ibret alalım, uygulayalım, hayat şeklimiz yapalım.
Velhasıl şehrin karmaşasında boğulan ruh ve bedenimizi rahatlatalım, afiyeti hissedelim, gönlümüz açılsın. Yunus dilinden: “Kahrın da hoş lütfun da hoş.” diyebilelim.
Deliktaşlı Ruhsati Baba’ya kulak verip;
“Evvel gelenlerden ibret almadım
Sonra gelenlere örnek olmadım
Ömrüm boşa geçti kadrin bilmedim
Bilmedim bilmedim bilmedim gitti.” diyerek hem ömrün kadrini hem de insanın kadrini bilelim.
Gökyüzü, yeryüzü, görünen-görünmeyen âlemler, yeni bir bahara uyanıyor. Salgınla, başka nedenlerle; zorlandığımız, endişe ve kaygı duyduğumuz, dostlarımızın, yakınlarımızın hastalık ve ölüm haberlerini alarak yorulduğumuz zaman dilimleri, yeni bir baharla birlikte zorluktan sonra kolaylık, zahmetten sonra rahmet müjdesi ile bizlere genişlik versin.
Allah ezel ve ebedde hayy ve kayyumdur. Açılmayacak kilit, aşılmayacak engel, geçmeyecek sıkıntı, aydınlanmayacak bir karanlık yoktur.
Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun şu dizeleriyle tamamlayalım sözümüzü:
“Yılda bir kez çıldırır ağaçlar sevincinden
Rabbim, ne güzel çıldırır
Yılda bir kere kendini verir toprak
Yılda bir kere yarılır bahçeler hazdan
Rabbim, ne güzel yarılır
Biz de bir kere sevinebilseydik
Çiçek açmış ağaçlar gibi çıldırasıya
Kim bilir belki bir gün sulh olunca
Biz de deliler gibi seviniriz.”
Kemal ÖZAYDIN