YUNUS’TAN ÇAĞLAYANLAR / Ebru TOKA
Dünyaya gelen göçer
Bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer
Cahiller onu bilmez.
Sabit adres soranlara, verdiğimiz cevap yanlış olduğu için biriktirmeye başladık. Yunus bir şerbetten bahsederken, bizler onu zehir sanıp türlü bahanelere sığındık. Köprü dediği dünyanın ortasına ev yapmaya niyetlendik. Sular yükseldiğinde yok olacağını bile bile cahilleri aradık, kibrin esir aldığı sokaklarımızda. Şu an bir köprünün üzerine ev yapsak aklımızdan şüphe ederler. Yunus dünyanın da bir köprü olduğunu söylüyor. Sadece burası için yaşamanın da akla uygun bir yanı yoktur. Peki, nereden başlayalım? Yunus versin cevabını:
İlim, ilim bilmektir
İlim, kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.
Şimdi kendimize çıkan tüm kapıları açma zamanı. Bilmenin nereden başlayacağını gösteren yukarıdaki kıtalarda tüm okumaların kendimizi bilmeksizin doğru bir okuma olmayacağını anlatır bize. Kendimizi bilmeden asra destanlar yazsak ne işe yarayacaktı. Yıldızlar parlaklığına aldansa, güneş ışığından bir şey kaybetmez. Ebu Cehil’i entelektüel iken, cehaletin babası yapan neydi? Okumaktan maksat neydi? Yunus’a dönelim:
Okumaktan mana ne?
Kişi Hakk’ı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru emektir.
Okumak Allah’ın adıyla başlayınca değişir varlık denen karmaşa. Bir pergelin ayağını sabitlediğin noktadır orası. Ya daireni tamamlarsın ya da merkezinden şaşan bir pergel daire yapmaktan çıkar. Koca bir emeği ellerinle kaybedersin. Allah’ın adıyla başlarsan göreceğin diyeceğin şunlardır:
Ben gelmedim davi için,
Benim işim sevi için.
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
Düşmanlık için gelen kimdir iyi biliriz. Sığamadığımız gök kubbenin altında dostun evlerini bir bir kapattık. Yunus’a düşen sevmek iken, bize düşen düşmanlık oldu. Âlimlerimiz dahi sevmez oldu, bu kapı nereye açılsa karşımıza düşman çıkar. Gittiğimiz yol yanlış iken bir boşluğa kolumuzu kaptırdık. İçeride yangın varken arkamıza bakmadan kaçtık. Kâbe’yi yıktık, namaza durduk. Yunus’un cevabına gelelim:
Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
Nasır tuttu cümlelerimiz, söylenen ne varsa adet yerini bulsun diye söylenmeye başladı. Hakkını helal et, derken ne demek istendiğini anlamadık. Hesaplar açılmak üzere öteye kaldı. Cesaret edemedik ödeşmeye. Hz. Peygamber’in “Hakkınız varsa gelin; burada, alın!” dediği yere ulaşamadık henüz.
Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.
Yunus’un tanış olma çağrısında gizliydi; renklerimizin, ırklarımızın birbirinden bihaber oluşu. Tanımayı göze alamadığımız zaman çıkıyor cinayetler. Çünkü kendimiz dışındakini kabul etmek, onun had ve hukukunu da beraberinde getiriyordu. “…Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık…”(Hucurat/13) ayetini okuduğumuzda tanışma sebebi kılınan farklılıklarımız, bizi birleştirme vesilesi iken üstünlük gösterisine dönüşemez. Damarlarımızda kırmızı kan dolaştığı müddetçe hiçbirimiz, diğerine üstünlük taslayamaz. Evrensel değerleri ayağa kaldıran topluluklar olma, çabasıdır bizi değerli kılacak olan.
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.
Yunus, miras kalan dünyanın ilk sahipleri nerede diyerek, bizlere gideceğimiz yeri ve asıl mücadelenin ne için olması gerektiğini hatırlatır. Yunus’un sesi zamanda yankılanmaya devam edecek, bizler kendi haznemize neler koyacağız önemli olan bu. Bırakacağımız mirası tekrar tekrar gözden geçirelim. Mal ve mülkün kendini ebedileştireceğini sananların hazin sonunu Kuran’da geçen Karun kıssasından duyduğumuza rağmen bizi kibre sürükleyen kim olabilir düşünmeliyiz. Bizler Yunus’un beslendiği kaynaktan akan suyu içmeliyiz. Bu su, bize şifa olacak; onun dışındakiler ise zehir. İşte adım adım yaklaştığımız günler, o kaynağın ayağımıza geldiği günlerdir. Ramazan yeniden şifa verecek, can suyu olacak yönünü çeviren herkese.
Yunusça söylemek yetmez, Yunusça yaşamak gerek. Kaybettiğimiz samimiyeti tekrar tekrar istemeliyiz. Yunus’tan çağlayanlardan payımıza düşenleri alalım. Kıymetli hazine bulmuş gibi sevinelim. Naçizane, haddim olmayarak üç beş satır ile Yunus’a Rahmet olsun.
Ebru TOKA