YUNUS’UN ÇAĞIMIZA MESAJI / Hayrettin Durmuş
Yunus Emre denilince akan sular durur. Akan sular durur çünkü Yunus başlar çağlamaya. Kuşların gözü, çiçeklerin kulağı ondadır. Dünyaya meyletmez Yunus. Dünyayı aradan çıkarmıştır o. Kabre vardığı gece halinin nice olacağını düşünen ve ömrünü bu tefekkür üzerine bina eden adamdır Yunus. “Canlar canını” bulup canını yağma eder. Kovan yağmalanmış ne çıkar “ballar balını” bulduktan sonra.
Yunus’u anlatmak zannedildiği kadar kolay değildir. O, Türkmen kocasından bahsederken siz de Yunusça bir sevdaya tutulursunuz. Necip Fazıl KISAKÜREK tercüman olur hislerinize: “Kaç mevsim bekleyim daha kapında? / Ayağımda zincir, boynumda kement / Beni de piştiğin bela kabında / O kadar kaynat ki buhara benzet.” Şairlerin izini sürdükleri bir ulu deryadır Yunus, koca bir ummandır o.
Çiçek olup açan, kuş olup uçan, rahmet olup yağan, bülbül olup konuşan, aşk sevdalısı, kardeşlik sevdalısı, birlik sevdalısı Yunus. “Bizim Yunus”. Yunus Emre... “Dövene elsiz, sövene dilsiz, derviş gönülsüz gerek” diyen, “Ben gelmedim davî için / Benim işim sevi için” diyerek yüzyıllardır gönüllerimizde taht kuran Yunus. Bazen derviş olup karlı dağları aşan, bazen bir alperen olup Anadolu’nun birliği için beylik beylik dolaşan ve bazen de garipler, yoksullar, yetimler için Yüceler Yücesi Mevla’ya el açan bir garip derviş Yunus. Ne olursa olsun eti kemiği aşk olan, rengi aşka boyanan, aşkı olmayan gönülleri taşa benzeten, buram buram aşkla tutuşan bir eren Yunus.
Asırlardır mübarek Anadolu toprağında adından çokça bahsedilen, sesi sıkça işitilen, devrindeki beylerin, ağaların isimleri unutulduğu halde adı gönülden gönüle ulaşan “Bizim Yunus”. Yunusu bilmek, onu tanımak gerek. Çünkü dünya tarihine damgasını vuran, bir mısrası bile bütün dünya edebiyatına bedel sayılan önemli bir Müslüman-Türk şairinden bahsediyoruz. Neydi Yunus’un çilesi? Gücünü nereden almaktaydı? Yığınla şair ve yazar gelip geçtiği halde, onun şiirlerinin asırlardır dillerde-gönüllerde dolaşmasının sebebi neydi? Daha da önemlisi Yunus’un çağları aşan mesajı nedir? Bunları bilmek gerekmez mi?
Yunus’un çilesi onu yakan ateşti. Bu yüzden olacak ki:
“Yüreğimi aşk ateşi yakagelmiş yakagider / Garip başım bu sevdayı çekegelmiş çekegider” diyordu.
Başka bir şiirinde ise:
“Yunus bunda gelen gülmez / Kişi muradına ermez / Bu fanide kimse kalmaz / Derdim vardır inilerim” diyerek anlatıyordu çilesini.
Yunus’u güçlü kılan bağlı olduğu iradeydi. O, öylesine güçlü bir iradeye bağlanmıştı ki ancak böylece kendi insiyaklarına uymaktan kurtulmuş, yücelen insanlardan olmuştu. Çünkü o, Allâh’ın iradesine tabi olmuş, O’na ram olmuştu.
“Suyum alçaktan çekerim / Dönüp yükseğe dökerim / Görün ben neler çekerim / Derdim vardır inilerim” derken adeta gücünü nereden aldığını belirtiyor ve “Ben ayımı yerde buldum / Ne isterim gökyüzünden / Bana rahmet yerden yağar / Benim yüzüm yerde gerek” diyerek yücelişin yolunun engin gönüllü olmaktan geçtiğini anlatıyordu bizlere Yunus Emre.
Onun bu tevazusu ve alçak gönüllülüğüdür ki aradan geçen asırlar onun büyüklüğüne gölge düşürememiştir. İşte bu yüzden Yunus dillerden düşmeyen bir şairdir. Yunus hiçbir zaman kendini övmemiş, toplumu ilgilendiren konular üzerinde durarak halkın yaralarına merhem olmaya çalışmıştır.
“Hak Çalabım, Hak Çalabım, Sencileyin yok Çalabım,
Günahlarımız yarlığa, ey rahmeti çok Çalabım,
Ne ilmim var ne taatım, ne gücüm var ne takatım,
Meğer Sen’den inayetim, kıl yüzümü ak Çalabım!” derken insanın acizliğini, çaresizliğini ortaya koymuş, Allâh’ın gücü ve kudreti karşısında teslimiyetini açıkça ilan etmiştir. İnsan güçsüzdür derken onu yok saymamış, Allâh’ın yardımı olmadan tek başına bir insanın nasıl çaresiz olduğunu söylemiştir.
Yunus’un bizden biri olması, ıstıraplarımızı kendisine dert edinmesi, inancını yaşaması ve davasına olan deruni bağlılığı onun eserlerinin bize kadar ilk günkü tazeliğiyle gelmesinin sebebi olsa gerek.
Yunus’un en önemli özelliği birlik sevdalısı olmasıydı. Yunus bundan yaklaşık yedi yüzyıl önce Anadolu’yu kasıp kavuran Moğol istilası karşısında insanları uyarmıştır. Onları Hakk’a, kardeşliğe ve birlik olmaya çağırmış, ömrünü Anadolu beyliklerini birleştirmek için harcamıştır.
Sezai KARAKOÇ’un ifadesiyle Yunus Emre “Sesi her dem taze, Anadolu’daki şah bir horoz sesidir.”
Sen bizi çileli bir yola çağırdın. “Menzili ırak bu yolun bu yola kim varası / Müşkülü çok bu yolun bunu kim başarası?” diye seslendin bize. Biz senin pişirdiğin ağulu aşı yiyemedik, dervişlik hırkasını giyemedik. Dünya çelmesini taktı. Biz dünyaya Hz. Ali gibi “Git! Kandırmak için kendine başkasını bul!” diyemedik. Halimizi senin izinden yürüyenlerden olduğuna inandığımız Arif Nihat Asya ne güzel özetliyor “Buğday” başlıklı yazısında:
“Bir kıtlık yılında Hacı Bektaş kapısına alıç götürmüş, buğday istemişsin.
Seni üç gün ağırladıktan sonra, içerden haber getirmişler:
‘Buğday mı diler, Erenler himmeti mi?’
‘Buğday!’
Yine haber getirmişler:
‘O alıcın her tanesine nefes edeyim ve çekirdekler sayısınca himmet eyleyeyim!’
Sen bir türlü buğdaydan geçmemişsin.
Fakat yükünle, Erenler kapısından ayrılınca uyanmış:
‘Nittim ben?’ diyerek koşa koşa himmete dönmesini bilmişsin.
Bizse hâlâ buğday kaygusundayız Yunus!”
Ah şu buğday kaygusu! Bu kaygıdan bir kurtulabilsek, yükümüzü bir atabilsek. Ağırlıklarımızdan sıyrılıp kanatlanabilsek Yunus gibi. O, bağrı yanık Anadolu Türkmen’ini yeniden hayatımıza çağırsak. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun dediği gibi “Yunus Emrelere dil verilmeli” deyip O’nun soluğunu üfleyebilsek madenileşen dünyamıza.
Ne mutlu Yunus’un mesajını işitenlere. Ne mutlu onun çilesini gönüllerinde duyup, yüreklerini bu sevda ile dağlayanlara. Kendisini tarihine, toplumuna adayanlara ve ne mutlu kalplerini dosta verip, kılıcını nefsinin ense kökünde sallayarak Hakk’a doğru sabırla yürüyenlere. Müjdeler olsun Yunus’un çiçekleri ile Anadolu’yu bürüyenlere.
Hayretin DURMUŞ