SÖYLEŞİLER
SÖYLEŞİLER
avatar
20 Şubat, 2022
863 gösterim

ÖĞR. GÖR. ÜMİT PARSIL İLE EDEBİYAT VE SANAT ÜZERİNE / KONUŞTURAN: RECEP ŞEN

ÖĞR. GÖR. ÜMİT PARSIL İLE EDEBİYAT VE SANAT ÜZERİNE

Konuşturan: Recep ŞEN

Sevgili Ümit Hocam öncelikle hoş geldiniz. Biz sizi tanıyoruz ama istedik ki Gergef Edebiyat Dergisi okurları da sizi tanısın, onun için kısaca kendinizden ve çalışmalarınızdan bahsederek sohbetimize başlayalım.

Hoş bulduk kıymetli hocam. Kısaca kendimden söz edecek olursam 1978 Kahramanmaraş doğumluyum, ilk, orta ve lise tahsilimi Kahramanmaraş’ta tamamladım. “Görsel Algılama” ve “Sanatta Yaratıcılık” isimli iki kitabım yayımlandı. Lisansımı Dumlupınar Üniversitesi Resim Bölümünde tamamladım, yüksek öğrenimimi ise Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü ve Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladım. Adıyaman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde öğretim görevlisi olarak görevime devam etmekteyim, evliyim ve bir oğlum var.

Esas malzemesi söz olan edebiyatı güzel sanatların bir şubesi olarak düşünürsek diğer sanat dallarından farklı olan yanları nelerdir? Yani bir şair ile bir ressam nasıl bakarlar hayata ve eserlerini ortaya koyarken hangi malzemeleri kullanırlar?

Öncelikle sanatın ne olduğu ile ilgili başlamak gerekir diye düşünüyorum kıymetli hocam. Sanatın ne olduğu yüzyıllar boyu tartışma konusu olmuş, toplumlara ve alanlarına göre pek çok yönüyle tanımlanmış bazen de tanımlanamamıştır. Geçmişten günümüze sanat için ifade edilen tanımlardan bazıları şöyledir; Platon'a göre, sanat bizi gerçeklerden uzaklaştırmaktadır. Çünkü ikinci elden taklittir. Aristo'ya göre sanat, bir şeyin özünün sanatçı tarafından sanat eseri ile ortaya konulmasıdır. Oysa Kant'a göre sanat ve estetik, ahlakla bilim arasında yer almakta, yargıya dayanmakta ve insandaki zevk-acı yetileriyle ilgilenmektedir. Schiller, sanatı oyunla ilişkilendirmiş ve sanatçının eser yaratmasını da oyun etkinliği olarak tanımlamıştır. Hegel ise sanatın, doğanın olduğu gibi yansıması ya da biçimsel bir taklidi olmadığını düşünmüş ve sanatı, insan aklının ortaya koyduğu bir yaratı olarak tanımlamıştır. Sanat ayrıca, sanatçı açısından "duygu, düşünce ve izlenimlerin dışa vurulması", dış gerçeklik açısından "dış gerçekliğin yansıması", sanat eseri açısından "dinleyen ve görende estetik zevk ve heyecan uyandıran bir olgu” ya da "anlamlı bir biçim”dir. Sanatçı eserlerini duygu ve düşüncelerini, ilgi duyduğu nesnelerle, olay, olgu, durum ya da kişilerle empati kurarak ve sanatın dilini kullanarak, keşfederek üretmektedir. Olayları, olguları, süreçleri gerçekliğe uygun basitleştirerek, taklit ederek ahenkli tanımlayarak, belirli ölçüde hoş avunmayı kabul ederek güzel, yapıcı ve etkileyici duygular ve düşünceler yaratma ve heyecanlandırma etkinliği biçiminde tanımlanabilir ve şair sözlerini kulağa, ressam sözlerini göze söyler. Bunları yaparken şair içinde ressam içinde kağıt kalem yeterlidir.

Şiirde musiki ve ahenk çok önemli. Bu bağlamda şiirle musikinin öz kardeşler olduğunu söyleyebiliriz. Aslında sadece musiki değil güzel sanatların diğer şubeleri için de bu kardeşlikten söz edebiliriz. Mesela, usta şairlerimizin eserlerinde resme ait unsurlar olduğu gibi usta ressamların eserlerinde de şiire ait unsurlara rastlamaktayız. Bu anlamda edebiyatın güzel sanatların diğer şubeleriyle yakın ilişkisi hakkında ne söylemek isterseniz?

Bir tarih, fizik, felsefe metni ile bir şiiri, romanı ya da hikâyeyi karşılaştırdığımızda edebiyatın ne olduğunu daha iyi anlarız. Birinci tür metinlerde temel amacın bir konuya açıklık getirmek, herhangi bir konuda bilgi vermek olduğu görülecektir. Ama edebiyat eserlerindeki temel amaç, bir konuda bilinmeyenleri açıklamak değil, herhangi bir iletiyi dilin olanaklarından yararlanarak etkileyici ve güzel bir şekilde anlatmaktır. Edebiyat, edebiyatseverde estetik duygular uyandırır. Nasıl ki bir yağlı boya resim, bir heykel, bir şarkı, insanda güzel duygular uyandırırsa; edebiyat da diğer güzel sanat eserleri gibi aynı amacı bir şiirle, bir öyküyle, bir romanla gerçekleştirir.

Necip Fazıl Kısakürek üstadın “Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış; / Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.” dizelerinden hareketle sanat ve insanın hakikat arayışını konuşalım biraz da isterseniz hocam.

Sanat, bazen fiziksel bir dünyanın tanımlanmasının ötesinde başka bir gerçekliği ifade etmiş bazen de dünyanın olduğu gibi betimlenmesi gerektiğini savunmuştur. Her iki farklı düşüncenin temelinde de sanat sanatçının ifade biçimidir fikri yatmaktadır. Dil ifade için nasıl mürekkep, kâğıt, baskı makinası vb. kullanıyorsa sanat da kendi malzemesiyle birçok mesajlar taşır. Sanat, bir anlatım aracıdır ya da sanat bir anlatımdır olarak görmek gerek ve “Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış; / Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış” dizeleriyle sanata dinsel işlev yükleyen şairlerimizden, üstatlarımızdan biridir Necip Fazıl Kısakürek. 5. sorunun cevabında sanatı tarif etmeye çalışırken “Dinsel ve ulusal amaçlara hizmet eder ve toplumu ilgilendiren çeşitli amaçları vardır” demiştim, “Şiir, mutlak güzellik olan Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama işidir.”

Şiir ve Din bahsinde: “Dinin olmadığı yerde hiçbir şey yoktur; yokluk bile yok… Şiir ve sanatsa hiç yok…” diyen Üstat Kısakürek, “sanatın ana dayanakları olan mavera humması, fânilik kaygısı, ıstırap, ihtilâç, vecd, aşk, şüphe, kıskançlık, ihtiras, infial, kendi kendisini aşma cehdi ve gaibi istintak hamlesi, ancak, müspet ve menfi din kadrosunun malı olan bu kıymetlerin kaynağını elde tutmakla mümkün olur ve bu kaynağın zaafından evvelâ şiir incinir.” demektedir. Ona göre şiir, bir tebliğ işi olmaktan çok, bir telkin işi sayılmaktadır. Aslında bizleri telkin etmektedir “sanat Allah’ı aramakmış” sözleri ile.

Yeryüzünü bir mescit olarak gören Müslüman sanatçının beslendiği kaynaklar ve kırmızıçizgileri nelerdir?

Çok keskin sınırlar çizmek bence iddialı olur düşüncesindeyim. Her yaklaşım biçimi bir diğerinin yetersiz kaldığı, eksik bıraktığı yerden devreye girmiş ve sanat yapıtını açıklamaya girişmiştir. Sanatçının beslenmiş olduğu ve kendini yoğurduğu kaynaklar bir sanat yapıtını, savları tutarlı bir dil bütünlüğü içerisinde anlamak-anlamlandırabilmek olmalıdır diye düşünmekteyim. Günümüzde sanatı anlama-anlamlandırma alanının büyük bir değişikliğe uğradığını görmekteyiz ama bu değişikliği, güncellenmeyi sanatçılar olarak anlamlandırma da daha samimi ifade içerisinde olarak anlatmamız gerek gelecek nesillere. Bu yüzden kırmızıçizgi olmamalı. Madem yeryüzü insanın mesciti neden sınırlandıralım? Bazı toplumlarda sanatın özgün ve yenilikçi yönü izleyicinin algılamasını zorlaştırabilir. Sanat özel bir duyarlılık işidir. Sanatı ve Zanaatı ayırmak, kelime ve işlevsel anlamlarını iyi bilmek gerekir. Sanatı bilmeyenler, yapılanı sanat zannedip inanıyor ve bu yanlış öylece devam edip gidiyor maalesef.

Bizim kültürümüzde tasavvuf erbabının yetiştiği ocaklara baktığımızda buradaki gönül insanlarının sanatla iç içe olduklarını görürüz. Birçok şair ve edebiyatçımız bu ocaklarda yetişmiş ve feyz almıştır. Günümüz sanatçısının buradan alması gereken ders nedir?

Sanat bir şeyi özel kılmaktır, sanat sanat içindir, sanat bir anlatımdır, sanat toplumsal bir eleştiridir ve sanat bir dünya kurmaktır.

Batı zihniyetinin, bir devenin zücaciye dükkânına dalıp ortalığı darmadağın etmesi gibi kültür, sanat ve insanlık adına her şeyi yok ettiği bir çağı yaşıyoruz. İnsanlık Osmanlı’dan bu yana uzun zamandır huzura hasret. Teknolojiyle beraber yeni bir dünyaya adım attık. Sosyal medyanın dönüştürdüğü bir dünya, hepimizin kullandığı popüler bir sosyal medya ağının 2,7 milyar aylık aktif kullanıcısı olduğu söyleniyor. Bu muazzam bir rakam. Sosyal medya hem fırsatlar hem de tehditlerle dolu bir platform. Buradan hareketle geleceğin dünyasında edebiyat ve sanatın rolü ne olmalıdır?

Aslında hem geçmişe hem geleceğin dünyasına baktığımızda, eserlerimiz her yerdeler ve üretmeye devam ediyoruz; gerek plastik sanatlarda gerek geleneksel sanatlarda gerek el sanatlarında gerek şiirde, edebiyatta. Böyle bir geleceğin dünyasında edebiyatla anlam bulup sanatla yol almayı amaçlamak gerek gençlerimiz için. Medyayı iyi kullanmak ve iyi takip etmek gerek bana göre.

Yunus’un dediği gibi her gün yeniden doğmak zorundayız. Mevlana sözünce artık yeni şeyler söylemeliyiz. Öyle der Mevlana: “Eski satanların zamanı geçti. Biz yeniler satıyoruz. Bugün pazar bizimdir.” Gelecek, insanlığın huzuru adına yeni şeyler söyleyenlerin olacaktır. Evet, yeni şeyler söyleyebilmek, gönülleri ferahlatan kalıcı eserler üretebilmek, her alanda gelişebilmek, Yunus gönüllü, Mimar Sinan akıllı olabilmek için kültür ve sanatta kendimize nasıl bir yol haritası çizmeliyiz?

İnsanda estetik hayranlık uyandırmayan basit bir masa, duvar süsü veya tabak sanat eseri sayılmaz. Ancak bunlar, işinin ustası kimseler tarafından çok ince bir şekilde yapılıp tezyin edilirse, daha doğrusu görenlerde güzellik etkisi uyandırırsa o zaman sanat eseri sıfatı kazanırlar. Sanat, normal insanların anlayabileceği sanattır. Normal insanı etkilemeyen şey, sanat değildir. Yol haritamızda geleneğimizi modernlikle yorumlayarak, güncelleyerek ben buradayım demek gereklidir bunu yapmak için de çok okumak, araştırmak sentezlemek gerekli.

Türkiye’de kültüre, sanata, edebiyata ilginin artması adına üniversitelerimize düşen görevler nelerdir?

Günümüzde her şeyin sanat olabileceği, her şeye sanat denilebilecek bir dünyada yaşamaktayız. Sanat olarak görülen şeylerin belirsizliğiyle karşı karşıya kalınmakta, bir nesne, daha önce görülmemiş bir biçimde, sadece belli bir yoruma dayalı olarak sanat eseri olabilmektedir. Gündelik yaşama ait nesneler sanatsal bir kullanımla sanat eserine dönüştürülmektedir. Her şeyin sanat olabileceği ve sanatın her yere yayılabileceği bir gerçekliğe işaret eder. Yani, bir yandan bir özgürleşme olarak değerlendirilebilecek olan şey diğer yandan bir ölçüsüzlüğe yol açmaktadır. Her şeyin sanat olabileceği bir dünya hem sanatın gündelik hayata sızması hem de değerini yitirmesi anlamına gelir. Vera L. Zolberg’in belirttiği gibi, “sosyolojik açıdan bir sanat eseri, belli başlı toplumsal kurumlar aracılığıyla çalışıp, tarihsel olarak gözlemlenmesi mümkün eğilimleri takip ederek iş birliği yapan birden çok aktörün bulunduğu bir sürecin içindeki bir andır”. Bu bakımdan, sanat toplumsal bağlamından ayrı bir şekilde tam olarak anlaşılamaz ve bu anlaşılmayı görünür kılmak için sanat kurumları içerisinde yer alan eğitimin önemi büyüktür ve üniversitelerimiz bağlamında; sanatsal yaratımın sınırlarını çizmenin giderek zorlaşmakta olduğunu; hatta o, sınırların yokluğuyla nitelendirildiğini, sanatın sınırsızlığı sanatın toplumsal olarak inşa edilmiş doğasını, kültürel kurumlarını, sanatçılarını, sanattan bir çıkar bekleyen, sanata ilgi duyan bir izleyiciler bütününü ve bunlar arasındaki ilişkiler uzamını dikkate almayı hedeflemişler ve inanın bu hedefi de özveri ile yapmaktadırlar.

Taşrada edebiyat ve sanata emek verenlerin bugün büyük şehirlerdeki sanat camiası tarafından görülmediğine, pek de kâle alınmadığına şahit oluyoruz. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.

Bahsettiğiniz bu durum acı ama gerçek bir durumdur ve bu durumu bizzat yaşayanlardanım. Sanat evrenseldir, yerlisi-yabancısı, köylüsü-şehirlisi yoktur bana göre.

Edebiyat ve sanat gönül işidir hatta tutku derecesinde soylu bir çabadır. Aynı zamanda uzun, meşakkatli, çileli bir yoldur. Siz bir akademisyen olarak üniversitede gençlerle iç içesiniz. Gençlerin edebiyat ve sanata bakışını nasıl buluyorsunuz? Bir de edebiyat ve sanata ilgi duyan genç arkadaşlarımıza neler söylemek istersiniz?

Çok renkli bir coğrafyada yaşıyoruz, toplumun her kesimini görmek, köyü, şehri aynı anda yaşamak, kırsalı, zenginliği aynı ortamda gözlemlemek Türkiye’de artık çok kolaylaştı. Bu sebeple ego duygusundan uzak olunmasını ve “ben sanatı kendim için yapıyorum” sözünü kendine düstur edinmiş gruba hiç dahil olunmadan yol alabilmenin mümkün olduğunu ve içinde toplum kavramını barındırmayan sanat düşünülemeyeceğinin bilinmesi gerektiğini, bilinmezse zaten yaptıkları sanatın doğasına da aykırı olacağını bilmelerini isterim.

Sevgili hocam bizim her söyleşide konuklarımıza yönelttiğimiz klasik bir sorumuz var, özel bir soru. Size de sormak isteriz izin verirseniz. Ümit hocanın en çok sevdiği şair ve o şairin şiiri hangisidir?

Necip Fazıl Kısakürek ve muhteşem şiirlerinden biri olan “Kaldırımlar”

Ümit hocam, yoğun çalışma temponuz arasında bize değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Rice ederim kıymetli hocam, böyle güzel bir söyleşide birlikteliğimiz için ben teşekkür ederim. Umarım değerli okurlarımızı sıkmamışımdır. Sevgi, selam ve muhabbetlerimle…