SÖYLEŞİLER
SÖYLEŞİLER
avatar
20 Şubat, 2022
1264 gösterim

ŞAİR YAZAR TACETTİN ŞİMŞEK İLE RUBAİ ÜZERİNE / SÖYLEŞİ: Recep ŞEN

Değerli hocam, Gergef Edebiyat Dergisi okurlarının sizi daha yakından tanıyabilmesi için söyleşimize kısaca hayatınız, çalışmalarınız ve edebiyat yolculuğunuzu konuşarak başlayalım. Tacettin Şimşek kimdir ve onun edebiyat yolculuğu nasıl başladı, bugünlere nasıl geldi?

Gümüşhane-Torul-Altınpınar’da doğdum. İlkokulu köyde, ortaokulu ilçede okudum. Konya Ereğli İvriz Öğretmen Lisesinden mezun oldum. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdim. Siirt-Eruh’ta edebiyat öğretmenliği yaptım. Eski Türk edebiyatı alanında yüksek lisans, yeni Türk edebiyatı bilim dalında doktora yaptım. Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışıyorum.

Edebiyat yolculuğum ortaokul yıllarında başladı. Abdurrahim Karakoç etkisiyle şiire, Hüseyin Rahmi Gürpınar etkisiyle mizahi hikâyeye, Faruk Nafiz Çamlıbel’in mektep temsili Yangın’ı seyrettiğim gün de tiyatroya gönül verdim. Hangi edebî türde olursa olsun gerçek bir usta çırak ilişkisi içinde yürümek isterdim. Ancak bu mümkün olmadı. El yordamıyla ve Yahya Kemal, Faruk Nafiz, Necip Fazıl, Ziya Osman Saba, Behçet Necatigil, Sezai Karakoç gibi şairlere çırak oldum. Lise yıllarında manzum masal da ilgi alanıma girdi. Böylece şiir, hikâye, masal, tiyatro gibi türlerde kalemimi biledim. Çocuk edebiyatıyla ilgilendim. Hece ölçüsüyle taşlama niteliğinde dörtlükler yazdım. Yolculuğum serbest nazım ve aruzla sürdü. Serbest şiirlerimde de yer yer hecenin ve aruzun sesini duyurmak istedim. Sırf aruzu öğrenebilmek için gazel, rubai ve tuyuğ nazım şekillerini denedim. Mâni, haiku, küçürek öykü, satranç gibi pek çok alanda kalem oynattım. Halk arasında “Yorulduysan kazmayı bırak da küreği al!” derler. Benimki bir bakıma farklı türlerle dinlenme arayışıydı. 2005’te Eylülce adlı şiir kitabımı çıkardım. Çocuk şiirlerim ise 2017’de İlkyaz Tatili adıyla yayımlandı. Kırk Aynada Gül Yankısı adlı rubailerden oluşan kırk hadis kitabım ise Diyanet Vakfı Yayınları tarafından 2021’de okurların ilgisine sunuldu.

Rubai konusuna isterseniz rubai nedir sorusuyla giriş yapalım değerli hocam?

Rubai tek bentten oluşan nazım şekillerinden biri. Dört mısradan ibaret. Kendine özgü aruz kalıpları var. Çok teknik bilgiye boğmayalım ama açık kapalı hecelerin yer değiştirmelerinden oluşan toplamda yirmi dört kalıp kullanılarak yazılıyor. Ancak Türk şiirinde bunlardan altı tanesi çok kullanılmış. Kapalı hecelerin yoğunlukta olduğu kalıplar Türkçenin yapısına uygun olmadığı için tercih edilmemiş.

Mistik, felsefi, tasavvufi temalar çevresinde az sözle derin ve büyük bir düşünceyi söyleyebilme hüneri rubaide kendini gösterir. Agâh Sırrı’nın deyişiyle “zarif bir eda”, “veciz bir fikir”, dünya görüşü, evrene bakış tarzı, hayat tecrübesi, ahlak anlayışı, yergi (hiciv) ve nükte de en özlü ifade biçimini rubaide bulur. Ahmet Mermer rubai için “tefekkür manzumesi” ifadesini kullanır. Tarihî zaman içinde millî ve tarihî duyguların da rubaide işlendiği görülür.

Rubainin ilk iki dizesi hazırlık niteliğindedir. Ana düşünce son iki dizede yoğunlaşır. Rubailerde söyleyiş güzelliği ve ustalığı büyük önem taşır. Ele alınan tema, nükte ya da imge; vezin, kafiye, redif gibi şiirin dış yapı unsurları çevresinde özenle işlenir ve nazma dönüştürülür.

Rubailerin genellikle 1, 2 ve 4. dizeleri birbiriyle uyaklı, 3. dizesi serbesttir. Edebiyat tarihimizde rubai yazan yüzlerce şair ve aruzla yazılmış 13.000’den fazla rubai var. Bu toplama benim yazdıklarım dâhil değil.

Rubai hikemî tarzın yani bilgeliğin ifadesine hizmet eden bir nazım şekli olarak biliniyor. Ancak ilk örneklerinden itibaren rubaiyi lirik şiir çizgisinde tutan şairler de var. Yahya Kemal’in, Bergson felsefesini Türkiye’de tanıtan psikolog ve felsefeci Mustafa Şekip Tunç’a hitaben yazdığı

 

Hikmet sayılır bunca rubaimiz var

Sokratça Felâtunca rubaimiz var

Hikmetten fazla şi’ri andırır bir de

Üstad Şekip Tunç’a rubaimiz var

 

dizeleri bu konuda dikkat çekici bir örnektir. Rubai bilgelik makamından seslenir ancak lirik rubailerin varlığını da gözden ırak tutmamak gerekir.

Tema bakımından rubainin sınırlarını en çok genişleten şair Arif Nihat Asya’dır. Ondan bir rubaiyle söz konusu lirizmi örnekleyebilirim:

 

Mermer kanasın, dal kanasın, gül kanasın…

Akşamların altın sisi tül tül kanasın…

Dal dal kırılıp çıtır çıtır mercanlar

Durgun suya son saksıdan eylül kanasın!

Türk şiir geleneğimiz içinde sevilen ve rağbet gören rubai ne zaman ve hangi sâiklerle ortaya çıkmıştır?

Gerçekten de şiir geleneğimizde çok sevilen bir nazım şekli rubai. Bunun genetik kodlarımızla ilişkisi var. Biz çok konuşmayı (ve konuşmayı çok) seven bir millet değiliz. Hayatımız daha çok eylem üzerine kurulu. O nedenle az konuşmak, az sözle çok şey ifade etmek isteriz. Duraklamalarımız, sefere çıkmadan önce atımızın kuyruğunu bağladığımız süre kadar. O nedenle tek dörtlükten oluşan bu nazım biçimi bizim yapımıza çok uygun.

Üç bin yıllık şiir tarihinde nazım birimi olarak dörtlüğü kullanan, edebiyatında mâni nazım şekli olan Türklerin rubaiyi kendine yakın bulması çok doğal. Fuad Köprülü’nün tespitini hatırlarsak belki bu nazım şeklinin icadına biz de katkıda bulunmuşuzdur. Yeri gelmişken kendine özgü bir kalıbı olan tuyuğu da hatırlayalım. Lirizmin doruğu olarak altı asır önce icat ettiğimiz bu nazım şekline keşke sahip çıkabilseydik. Japonların haiku nazım şekli gibi bütün dünyada tanınan, bilinen, üzerine yarışmalar düzenlenen bir nazım şekli yapabilseydik. Mâni için de benzer düşüncelerim var. Ne dersiniz, mâni ve tuyuğ, haiku kadar iltifatı ve tanınmayı hak etmiyor mu?

Kaynaklarda rubainin Fars ya da Arap kaynaklı olduğuna ilişkin farklı bilgiler yer alıyor. Ancak bizim rubaiye yönelmemiz Fars etkisiyle olmuş. Genceli Nizami ve Mehsetî gibi 12. yüzyıl şairlerimiz rubailerini Farsça yazmışlar. Mevlâna, iki bini aşkın Farsça rubaiye imza atmış. 13. yüzyılda Evhadüddin Kirmanî, ardından Mevlana’nın oğlu Sultan Veled ve torunu Ulu Ârif Çelebi de rubailerini Farsça kaleme almışlar.

İlk Türkçe örnekler 13. yüzyılda görülse de başlangıç olarak 14. yüzyılı kaydetmek ve Kadı Burhaneddin adını anmak gerekiyor. 15. yüzyılda Ali Şir Nevayi ile yetkin örneklerini veren rubai, her yüzyılda artan bir ilgiyle edebiyatımızın sağlam bir halkası olmuş.

Rubainin altın çağı 17.yy olarak biliniyor herhâlde hocam. Rubailer söz konusu olduğunda geçmişten bugüne geleneğimiz içinde birçok eser verildiğini görüyoruz. Birçok şairin rubailerden oluşan kitapları var. Diğerlerinden farklı olarak en belirgin olanlarını söylersek, bunlar hangileridir?

Evet, 17. yüzyıl rubainin altın çağı. Nedim’in “Hâletî evc-i rubâide uçar Anka gibi” (Hâletî rubai göklerinde Anka kuşu gibi uçar.) dizesiyle alkışladığı Azmizâde Hâleti, bu yüzyılda rubai nazım şekliyle özdeşleşen bir isim. Fasih Dede’den Nef’î’ye kadar çok sayıda şair 17. yüzyılda rubai edebiyatımıza katkıda bulundular. Genellikle divanların sonunda “Rubaiyat” başlığı altında yer alan metinler, Haletî’de olduğu gibi zaman içinde ayrı kitaplar olarak da çoğaltıldı. Çeşitli rubai “mecmua”ları tertip edildi. Yurt içi ve yurt dışında kütüphane raflarında onlarca rubai mecmuası meraklısını ve ilgilisini bekliyor.

En eski örnek olarak 16. yüzyılda Muhyî-i Gülşenî’nin eserine Rubâiyyât adını verdiğini biliyoruz. 20. yüzyılda Yahya Kemal’in Rubâîler ve Hayyam Rubâîlerini Türkçe Söyleyiş, Ârif Nihat’ın Rubâiyyât-ı Ârif; Cemal Yeşil ve Fuad Bayramoğlu’nun Rubailer, Azmi Güleç’in Azmi’den Rubailer, Rıfkı Melûl Meriç’in Rubâiyyât-ı Melûl, Muhsin İlyas Subaşı’nin Aşkistan-Rubailer, Dilek Dâi Özcengiz’in Rubâiyyât-ı Dâi eserleri aklıma ilk gelen rubai kitapları arasında.

Klasik dönemde yüzlerce rubai şairinden bazılarını hatırlamak gerekirse 15. yüzyılda Nevayi, 16. yüzyılda Fuzulî, 17. yüzyılda Hâletî, Fasih Dede, Riyazi; 18. yüzyılda Esrar Dede, Şeyh Galib, Nabi; 19. yüzyılda Yenişehirli Avni, İzzet Molla, Osman Nevres gibi şairleri anmak mümkün.

Rubai modern Türk edebiyatının bazı şairleri tarafından da tercih edilmiş. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde Yahya Kemal’in bu noktada yeni bir çığır açtığını söyleyebilir miyiz hocam? Daha sonra açılan bu çığırdan günümüze kadar gelen önemli isimler kimlerdir?

Tanzimat Dönemi’nde Namık Kemal ve Muallim Naci gibi şairlerin rubaileri var. Asaf mahlasını kullanan Mahmut Celalettin Paşa 163 rubaisiyle bu nazım şekline en çok ilgi gösteren isim. Servetifünun ve Millî Edebiyat Dönemi şairleri rubaiye pek iltifat etmemişler. Yahya Kemal, rubaiyi Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin gündemine getiren şairdir. Yol açıcı, öncü karakterini mutlaka vurgulamak gerekiyor. Ancak rubaide asıl çığır açan, hatta kendi ifadesiyle “bir rubai rönesansı başlatan” isim Arif Nihat Asya’dır. Hem rubaide her temanın işlenebileceğini ortaya koymuş hem de en çok rubai yazan şair unvanını elde etmiştir. 1843 rubaisi vardır. Muhyiddin Raif Yengin, Rıfat Necdet Evrimer, Rıfkı Melûl Meriç, Hamamizâde İhsan, Azmi Güleç, Ümit Yaşar Oğuzcan, Vedat Varol, Talat Sait Halman, Ekrem Kılıç gibi isimler hatta Orhan Veli bile rubai yazdılar.

Fuad Bayramoğlu, Cemal Yeşil ve Bekir Sıtkı Erdoğan rubai şairleri olarak tanındılar. Bunlar içinde Bekir Sıtkı’ya ayrı bir parantez açmam gerekir. 160 dolayında rubaisiyle son büyük usta o. Ne var ki Sabır Sarmaşıkları-Rubailer kitabı okuyucuyla hâlâ buluşamadı. Bu buluşmayı ben gerçekleştirmeyi çok isterdim.

Bana gelince ilk sorunuzda adını andığım Kırk Aynada Gül Yankısı kitabım, âcizane, bildiğim kadarıyla, edebiyatımızda rubai nazım şekliyle kaleme alınmış ilk manzum kırk hadistir. 2014’te Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği (TDMMB), Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), Avrasya İpekyolu Üniversiteler Birliği (ESRUC), Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV), Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB) ve Kafkasya Üniversiteler Birliğinin (KÜNİB) ortaklaşa düzenlediği uluslararası Şehir ve Edebiyat konulu şiir yarışmasında Bişkek’ten Saraybosna’ya yirmi beş şehri tasvir ettiğim çalışmayla rubai nazım şeklini birincilik kürsüsüne çıkarmış olmayı da bir tahdis-i nimet olarak kaydetmek isterim.

Şairler söyledikleri rubailerle bizi az ve öz söz ile geniş bir anlam dünyasının içine çekiyor. Şark’ın hikmet dilini bize sunan rubailerin bu yönü hakkında neler söylemek istersiniz?

Hikmet hakikate giden yolun anahtarı. Mecazdan gerçeğe açılan kapı. Bunun en kestirme yolu da şiir. Çünkü düzyazı gibi emekleyerek, yürüyerek değil, koşarak ve uçarak ilerliyor. Şarkın hikmet dilini yakalama konusunda en elverişli nazım şekli de rubai. Mecazda boğulmadan hakikate çağırıyor. Sözü gereksiz uzatıp gündelik telaşlara sıvamıyor. Derinliği içine doğru. Şiir tabiatı gereği çoğaltma değil, azaltmadır zaten. Rubai de dört dizede bunu yapıyor işte.

Sevgili hocam, siz bir eğitimci olarak devamlı gençlerle iç içesiniz. Şiiri gençlerimize sevdirebilmek adına yapılabilecek çalışmalar nelerdir?

En güzel şiir örneklerini en güzel seslendirenlerin sesinden dinleterek ilk adımı atabiliriz. Her şeyin görselliğe kaydığı dünyamızda şiir klipleri işe yarayabilir. Okullarda belli aralıklarla şiir günleri düzenlemek ve şairlerle öğrencileri buluşturmak da iyi sonuç verebilir. Şiirlerini güzel okuyan şairlerin kendi sesinden şiirler dinletmek de faydalı olabilir. Şiiri gençlerden önce çocuklara sevdirmek gerekiyor. Aksi hâlde geç kalmış oluruz. Okul öncesinden başlayarak planlı biçimde şiir okuma çalışmalarına yer vermeliyiz. Dağlarca’nın “Gökyüzünde iki kuş var / Gelir biri gündüz deriz / Gelir biri gece deriz / Gökyüzünde iki kuş var.” şiirini dinleyen ana sınıfı öğrencisinde şiire ilginin uyanmasını bekleyebilirsiniz. Bir de şu “didaktik şiir” nakaratından bir an önce kurtulmamız şart. Özellikle çocuklar söz konusu olduğunda öğretici metinleri şiir diye onlara dayatma yanlışından en kısa zamanda vazgeçmeliyiz. Şiir söz konusuysa hedef kitlenin çocuk ya da yetişkin olması metnin poetik niteliğini değiştirmez. Bir metin didaktikse şiir değildir, şiirse didaktik olması imkânsızdır. İmge, ses, ritim, söz sanatı gibi unsurların hepsi çocuk şiirinde de bulunmak zorunda. Olaya böyle bakarsak çocuklarda estetik duyguyu uyandıracak ve geliştirecek metinlerle onları buluşturmamız mümkün olur. Aksi hâlde şiiri sevdirmemiz çok zor.

Sevgili hocam, sizin de rubai yazdığınızı biliyoruz. Okurlarımız için kendi rubailerinizden paylaşırsanız seviniriz.

Yüzden fazla tuyuğ, mensur şiir, beş yüze yakın mani, haiku, küçürek öykü yazdım ama en ısrarlı olduğum nazım şekli rubai oldu. Son otuz yılda yazdığım rubai sayısı galiba dört bini buldu.

1990’lı yılların başında rubainin son büyük ustası Bekir Sıtkı Erdoğan’ı yakından tanıma onuruna eriştim. İlgi, teşvik ve teveccühleriyle rubai vadisinde emin adımlarla yürümemi sağladı. Sonunda lütfedip beni “rubainin son ustası” ilan etti. Bu elbette ki büyük iltifattı benim için. Biraz espriyle süslersek İsmail Dümbüllü’nün kavuğu nasıl Münir Özkul, Ferhan Şensoy ve Rasim Öztekin’in başlarından Şevket Çoruh’a ulaşmışsa rubai kavuğu da Yahya Kemal, Ârif Nihat ve Bekir Sıtkı’dan bana ulaşmış oldu. Omuzlarıma yüklenmiş büyük bir sorumluluktu. Ömrüm oldukça rubaiyi lirik çizgiye yakın bir söyleyişle ve arı duru bir Türkçeyle sürdürmek istiyorum. Bir gönül borcu bu. Aruzu kullanıyorum ve rubai yazıyorum diye eskimiş, tamlamalarla içinden çıkılmaz bir hâl almış uydurma bir dil kullanamam. Ana dilime saygısızlık olur. Türkçe bizim varlık sebebimiz. Âkif’in deyişiyle kutsallarımızdan biri. Bu hassasiyetle ustalarımın mirasına sahip çıkabilirsem ve onları temsil edebilirsem ne mutlu bana.

Rubai paylaşmak mı? Seve seve. Ancak paylaşmaya başlarsam derginizin sayfalarının yetmeyeceğinden endişe ederim. Dört bin rubaiyi temsilen rastgele dört örneği paylaşmamı hoş görür müsünüz?

Son Dize

Ey sevgili

          gölgenle bugün diz dizeyim

Mümkün mü ki bin ipliğe

          bir söz dizeyim

En son gazelin belki de son beytinde

Sen ilk dizesin

         sevgili

          ben son dizeyim

 

Denizle Hesaplaşma

Anlatsana

         gurbetlere saldıklarını

Tenha gözetip

          koynuna aldıklarını

Gündüz bize verdiklerinin

          hepsini al

Gönder geri

           bizden gece çaldıklarını

 

Hayret ve Aşk

Her yerde ve her şeyde

             tükenmez konu aşk

Bitkinse yürek

             kanla diriltir onu aşk

Evrende yaşanmış

               yaşanan her neyse

Bitmez serüvendir

               önü hayret sonu aşk

 

Anne Aydınlığı

Bir yaz günü

          annem yıkamış karla beni

Şimdiyse

           kıyaslamakta kuşlarla beni

Ben kendi karanlığımda

           savruldukça

Yıldızlara komşu kıldı

            ısrarla beni

 

Hocam sizin iki ayda bir e-dergi şeklinde yayımladığınız “Rubai Dergisi” var. Böyle bir çalışma daha önce olmadı herhâlde. Rubai Dergisi hangi ihtiyaçtan doğdu ve bu konudaki çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Haklısınız. Bu, edebiyatımızda bir ilk. Öykü alanında çok sayıda tematik dergi çıktı. Bilim kurgu, polisiye öykü gibi dergilerle de karşılaştık. Şiir dergileri de yayımlandı ama sadece bir nazım şekli çevresinde böyle tematik bir dergi ilk defa yayımlanıyor. 2020’nin Ekim ayında ilk zihin egzersizlerimizi yaptık. Eski öğrencim, şimdi meslektaşım, çok iyi bir Türkçe öğretmeni, rubailer yazan iyi bir şair ve aynı zamanda tasarımcı/grafiker Ahmet Ziya Kahraman’la paylaştım bu düşüncemi. Heyecanla karşıladı. “Hemen başlayalım.” dedi. Genel ağda yayımlanacak bir dergi olacaktı. Rubai üzerine kuramsal yazıların yer alacağı, eski yeni bütün rubai şairlerinin buluşma ortamı olsun istedik. 1 Ocak 2021’de ilk sayısını çıkardık. Hiç aksatmadan altı sayı devam etti ve bir yılı tamamladı. Doğrusu, bu bizi de şaşırttı. Bu kadar uzun soluklu olacağını ummamıştık. Amacımız bir farkındalık oluşturmaktı. Ritim alıştırmalarıyla rubaiyi çocukların dünyasına ulaştırmayı bile denedik. Galiba devam edecek. Nereye kadar, bilmiyorum. Dergi ilgi gördükçe ve beklentiler arttıkça sürdürmekte kararlıyız. Farklı bir bahçede gezinmek ve geleneğe özgü tatlar almak isteyen dostlara www.rubaidergisi.com soframız daima açık.

Değerli hocam, bizim her sayıda konuklarımıza sorduğumuz geleneksel hâle gelen bir sorumuz var. Sorumuz şu: En sevdiğiniz şair ve en çok sevdiğiniz şiiri hangisidir diye soruyoruz. Bu soruyu sizinle şöyle güncelleyelim: En sevdiğiniz şair ve en onun en çok sevdiğiniz rubaisi hangisidir?

Sevgiyi bir şair ve bir şiirle sınırlamak kolay değil. Kaldı ki benim, bir şairi sevmekten ziyade, şiirleri sevmek gibi bir tavrım var. Ama izin verirseniz Yahya Kemal, Ârif Nihat Asya ve Bekir Sıtkı Erdoğan ustalarımdan birer rubai okumak isterim.

 

Bir merhaleden güneşle derya görünür

Bir merhaleden her iki dünya görünür

Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer

Geçmiş gelecek cümlesi rü'ya görünür (Yahya Kemal Beyatlı)

 

Bir yerde ki rü’yalarım annemle dolar;

Çevrem -sanırım- ıtırla, çiğdemle dolar…

Tüy tüy nefesinden bilirim geldiğini…

Ruhum, yüreğim, odam o meltemle dolar! (Ârif Nihat Asya)

 

Aşk olmasa can ülfeti, canan olamaz!

Din olmadan elbette ki iman olamaz...

Sensin derdim, meğerki sensin ilacım;

Ey dost yetiş, tıp bize derman olamaz! (Bekir Sıtkı Erdoğan)

 

Sevgili hocam, yoğun çalışma temponuz arasında bize vakit ayırdınız, keyifli bir sohbet oldu. Çok teşekkür ediyorum. İsterseniz okurlarımıza söylemek istediğiniz son sözlerle söyleşimizi tamamlayalım.

Ben teşekkür ediyorum, sayfalarınıza beni konuk ettiğiniz için. Değerli okurlarımıza şiirle dolu, sağlıklı günler; Gergef Edebiyat dergimize de hayırlı, uğurlu, bol okurlu uzun bir ömür diliyorum. Şiiri hece, aruz, serbest; koşma, gazel, rubai gibi haricî unsurlarına takılmadan, şiir olduğu için sevelim, okuyalım, paylaşalım, vesselam.

SÖYLEŞİ: RECEP ŞEN