RENGE UYGUN HAYAT (Öykü) / Bengül ALKAN
Ayaklarımın altındaki tahtaları gıcırdatarak izliyorum, rüzgârı bol, karlı tepeyi. Fincandan çıkan dumanın buharı hoşuma gidiyor, burnumu daldırıyorum içine. Tıpkı çocukluğumda yaptığım gibi. Üç ay oldu. Şehirden oldukça uzak olmasına rağmen her gün onca yolu gidip gelmeyi göze alıyorum. Sırf şu huzurlu tekilliğimi sezinlemek için. En sevdiğim melodi, eski bir pikaptan taşarken, yakınlarda bir anıda buluyorum kendimi. Düşünmek… Birçok insan, derinliği olmayan tek düze şeylerle geçiriyor yaşamını. Kim bilir belki öyle olsam daha mutlu olurdum. Ama ben mutlu olmak istemiyorum ki. Manzaramın tam önünde, yumuşacık minderleri olan sallanan bir sandalye var. Düzenlemesini tek tek bizzat yaptığım evime, gurur ve korkuyla bakıyorum sık sık. Hayatta ilk defa kendi kararlarımı kendim vererek kurduğum yuvamı kaybetmekten ürkerek.
Duvarları beyaz boyalar ve tablolarla çevrili ferah salonumun kocaman kitaplığı, rahat ve gösterişsiz koltukları, ayaklarımı ısıran etnik kilimiyle ruhumu sarmalıyor. Pek kimseyi davet etmiyorum. Burası benim özel alanım ve müsaade etmiyor gözlerim başka renklerin değmesine. Üç gündür elimde yaprakları sararmış kara kaplı eski bir kitap var. Vuslata eren aşk büyüsünü kaybedince kitabın sayfaları da cezbetmiyor artık beni. Şu karlar erisin de bahçeme pembe güller ekeceğim. Ellerimle sulayıp okşayacak, yaşamla mücadeleye hazır şekilde büyüteceğim onları. Üst kattaki minik balkonumda soğuğa dayanıklı bitkilerim var. Toprağını, suyunu eksik kılmadığım.
Güneş en tepeye ulaşmadan hazırlanıp çıkmalıyım. Beyaz pantolon, yünlü beyaz kazak ve beyaz kar botu giymeyi tercih ettim bugün. Kara karışmak, fark edilmemek istiyorum. Ama tutamayıp kendi kendimi arar dururum korkusundan, pembe kabanımla aynı renk şapkamı geçiriyorum başıma. Saçlarımın buklelerine tutunuyor kar taneleri, kapının dışına adım attığım an. Çok sürmeden yaşam mücadeleleri son buluyor siyahlıklarımda. Küçük arabamı hızlandırıyorum, yol boyu kar. Şehrin girişinde başlıyor çoğunluğun korkusu. Ofise yakın pastaneden pembe renkli makaron bezeler alıyorum bir kutu. Fırından yeni çıkmış, taptaze. Köşedeki çiçekçi kadın pembe güller tutuşturuyor kollarıma.
Yüzümdeki yersiz tebessümle ofisin asansöründe buluyorum kendimi. Aynada iyice süzüyorum aksimi. Beyaz ve pembenin eşsiz uyumu. Yüzümü hafiften solgun buluyorum. Henüz ikinci kattayız. Altıya varana dek hafiften pembe bir rujla renklendiriyorum dudaklarımı, az da olsa yanaklarımı. Koridor boyu karşıda bilinmez, görünmez bir boşluğa sabitliyorum gözlerimi. Odamın kapısını açıp içeriye girene kadar tuttuğum nefesimin özgürlüğüne izin veriyorum. Oda havalandırılmış, masanın tozu alınmış belli. Pencerelerden biri açık kalmış; fena bir rüzgâr, efsunlu parfüm gibi yayılıyor tenime. Şehirde hiç kar yok. Çalışanlar küremiş.
Masadaki sarı düğmeye dokunuyorum. Şekersiz bir kahve istiyorum. Gözüme ilişiyor aldığım makaronlar. Neden bu kadar fazla aldım ki? İnsanlara selam bile vermek gelmezken içimden böyle bir ikramda bulunmak abes kaçmaz mı? Ya da onlar geri çevirmezler mi bu daveti? Pembe bir kurdeleyle süslenmiş kahverengi, şirin bir görümü var kutunun. Usulca açıyorum. Rastgele bir tanesini seçip minik bir ısırık alıyorum. Sabahtan beri sadece kahve içtiğimi anımsıyorum o an. Uzun zamandır yeme alışkanlıklarım değişti. Aslında beni yaşamda tutacak kadarını alıyorum mideme. Sızım sızım sızlıyor iç organlarım. Ama ruhum izin vermiyor öğle yemeğine inmeme. Çünkü ister istemez insanlarla muhatap olmak zorunda kalıyorum bu gibi durumlarda. Hele ki tanıdık yüzler varsa o mekânda, bir saniye bile durmak istemiyorum. Ve zorunlu haller dışında alışveriş yapmak, birileriyle iletişim kurmak istemiyorum.
Ama o pastaneden gelen koku ve çiçekçi kadının pembe gülleri sanki antibiyotik etkisi yaratmamış mıydı? Ruhum temizlenmemiş miydi o an? Ama yok, olmaz. Kendime söz verdim bir kere. Boşuna mı şehrin bir ucunda, dağın başında bir ev tuttum? Sonraki yaşamımı böyle geçirmeye boşuna mı yeminler ettim? Belki sadece çatlamış elleri olan çiçekçi kadınla ve pastanenin sahibi tombul adamla konuşma izni verebilirim kendime. Bu kadarcık kaçamaktan ne zarar gelir ki? Yeminimin ruhu bile duymaz. Sanki evimin bahçesindeki dev ağacın yapraklarında eriyen kar tanesinin yere düşüşü gibi bir etki yaratır.
Düşüncelerim ve sorumluluklarım eşliğinde günü yine elimden kaçırıyorum. Hızlıca aşağıya iniyorum. Ofisten geç çıktığım için çiçekçi kadın gitmiş. Pastane de kapanmış. Ertesi sabah karlar gittiğimi anlamasın diye aralarına karışıyorum. Bembeyazlığıma uyan makaronlar ve güller ben söylemeden usulca geliyor bana. Diğer sabah sarı, sonra mor, sonra kırmızı… Renklerin dünyama girmesine izin vererek geçiriyorum sabahlarımı. Renklerim, uzun, karlı yol, hızlıdan yavaşa sürdüğüm arabam, ofisin içimdeki insansızlığı eşliğinde…
BENGÜL ALKAN