ŞAİR YAZAR MUSTAFA ÖZÇELİK’LE “BİZİM YUNUS” ÜZERİNE / KONUŞTURAN: RECEP ŞEN
ŞAİR YAZAR MUSTAFA ÖZÇELİK’LE “BİZİM YUNUS” ÜZERİNE
Konuşturan: Recep ŞEN
Yunus Emre Hazretleri kendi kabına sığmayan sonsuz ve geniş bir derya. Bildiğiniz gibi, 2021 yılı Yunus Emre’nin vefatının 700. yıl dönümü olması münasebetiyle UNESCO tarafından anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alındı. Cumhurbaşkanımızın genelgesi ile de 2021 yılı “Yunus Emre Ve Türkçe Yılı” olarak ilan edildi. Ülkemizde de bu kapsamda etkinlikler yapılıyor. İsterseniz şuradan başlayalım: Yunus Emre kimdir veya Yunus Emre’yi nasıl anlamalıyız?
Yunus Emre, mürşidi Tapduk Emre’nin söylediği ve halkımızın da benimsediği isimle “Bizim Yunus”tur. Bu “Bizim” kelimesi, aslında Yunus Emre için söylenecek onu tanıtıcı, tarif edici her sözü kapsar. Buna göre Yunus Emre, dili ile dini ile sade yaşayışı ile bizden, içimizden biri olan bir isimdir. Milleti ile gönül ve düşünce beraberliği kurabilmiş, onları o çağın karanlığından aydınlığa çıkarabilmiş, dilimizi çok zengin ve derinlikli bir din ve edebiyat diline dönüştürmüş, aksiyoner tavrıyla da milletin dağınıklık halini vahdete (birliğe) çevirmiş, Osmanlı’nın güçlü bir devlet fikrine, adalete, muhabbete, hoşgörüye dayalı kuruluş anlayışının inşasında önemli rol oynamış bir şahsiyettir. Bu yüzden Yunus Emre kimdir sorusuna kendi düşünce, inanç, dil, kültür ortamı içinden bakarak bir cevap verecek olursak aksiyoner bir derviş-şairdir diyebiliriz.
Bir kesim ısrarla Yunus’u dini-tasavvufi kimliğinin dışında gösterme ve anlatma yanlışına düşüyor. Yunus’un yetiştiği kapı, başını koyduğu Taptuk Dergâhı. Sahih bir tasavvuf anlayışına sahip olmadan Yunus’u anlamak mümkün değil. Rol model insan, kâmil bir mürşit ve eğitimci olarak Taptuk Emre, Yunus’un gönül dünyasına nasıl bir pencere açmıştır?
Her büyük şahsiyet, çok zengin hatta girift bir tefekkür dünyasına sahip olduğu için anlaşılamama veya yanlış anlama meselesiyle karşı karşıya kalır. Bu durum Yunus Emre için de söz konusudur. O, zamanında büyük ölçüde doğru anlaşılmış bir sufi olarak görülse de kısmi olarak Molla Kasım ve Ebussuud örneğinde olduğu gibi farklı da anlaşılmış bir isimdir. Ama geniş kitle ve tasavvuf muhitleri ondan daima saygı ile bahsetmişlerdir. Meşrutiyetten sonra Yunus’un yeniden keşfi diyebileceğimiz bir döneme girilmiş ve bu süreçte ona bakanların niyetlerine ve bakış tarzlarına göre içinde bulunduğu asıl inanç ve düşünce zemininde ele alınamamış, ona onunla birlikte asla düşünemeyeceğimiz Panteist, Hümanist, Batıni, Halk Devrimcisi, Kalenderi, Heteredoks gibi sıfatlar verilmiştir. Yine bu süreçte onun itikadını sorgulayanlar da olmuştur. Yunus’u ele alırken onu din ve tasavvuf zemini içinde ele almak durumundayız. O, kendi şiirinde de geçen ifadeyle bir “İslam bülbülü”dür. İslam’ı tebliğ ve telkin etmiştir. Ama dili, söylemi bir sufi şair olduğu için bir medrese âlimininki gibi olmamıştır elbette. Şiiri, estetiği, kalbî söyleyişi esas alarak aşk merkezli, gönül merkezli bir mürşitlik yapmıştır. Onu böyle bir noktaya getiren ise mürşidi Tapduk Emre olmuştur.
Batı dünyasının hümanist olarak gördüğü Yunus Emre ile Anadolu insanının anladığı Yunus Emre arasında dağlar kadar fark var. Bu konuyu biraz açabilir miyiz hocam?
Konuya insan sevgisi ve insana değer verme olarak baktığımızda hümanizmle tasavvuf arasında bir benzerlik elbette görülebilir. İkisi de insana büyük değer verirler. Ama bu zahiri bir duruma tekabül eder. İşin özünde ise her iki anlayışın insana bakış tarzının nerdeyse birbirine taban tabana zıt olduğu görülür. Yunus Emre’de insan sevgisi Allah merkezlidir. Yaratılan her canlı gibi insan da Yaradan’dan dolayı sevilir. Hümanizmde ise bu sevgi yaratıcı fikrinden tamamen kopuktur. Hatta Tanrı fikrini reddederek insanı tanrılaştıran bir yaklaşım içindedir. Bizde Yunus’un kimi çevrelerce ısrarla hümanist gösterilmek istenmesinin sebebi onu İslam anlayışı dışında görmek/göstermek ve batılılara hoş görünmek, onlardan kabul görmek isteğidir. Tabii ne denilirse denilsin Yunus’un ne dediği ortadadır. O Müslüman/Türk’ün en büyük sufi-şairlerinin başında gelir. Halk da onu bu kimliğinden dolayı sevmiş, bağrına basmış ve onu bir derviş kimliği ile anlamıştır.
İrfani geleneğimizin öncülerinden Yunus Emre Hazretlerinin yaşadığı çağa baktığımızda o dönemde Anadolu ve İslam coğrafyasının durumu nasıldı? Yunus Emre coğrafyamızın içinde bulunduğu bu durumla ilgili nasıl bir çözüm yolu üretmiş, neler söylemiştir çağının insanına?
Yunus Emre’nin yaşadığı çağ, Moğol akınları ile Anadolu’nun buhran dönemine girdiği bir çağdır. Nitekim Moğol istilası Anadolu’yu hem maddi hem de manevi anlamda darmadağın etmiş, bunun neticesinde Selçuklu Devleti yıkılmış, millet birliği dağılmış en fenası da bu şartların tetiklemesiyle sapkın denilebilecek dini-tasavvufi görünümlü anlayışlar ve temsilcileri ortaya çıkmış, bu da ciddi bir inanç, zihniyet problemine yol açmıştır. Yunus, böylesi şartlarda halkı sahih İslam anlayışına, birliğe, dirliğe, muhabbete çağırarak Anadolu’da büyük bir değişimin öncüsü olmuştur. O şiirleriyle milletin ruhi sorunlarını iyileştiren bir manevi tabiplik görevi yapmıştır. Ama onun misyonu bununla da kalmamış, Selçuklu’nun yıkılmasından sonra dağınık haldeki Türk beylerinin Osman Bey etrafında birleşmesinde de tarihi bir rol üstlenmiş, Osmanlı Devleti de bu birleşmeden sonra kurulmuştur. Bu yüzden onu dağ başında inzivaya çekilmiş yahut bir tekkedeki odasında kendi nefsinin dertleriyle meşgul bir karakter olarak düşünmek yanlıştır. O, aksiyoner derviş tipinin bir temsilcisidir. Böyle bir derviş, o çağda ilim, irfan, ahlak, fikir ve siyaset anlayışında ne kadar yanlış varsa onlarla mücadele etmiş, menfi olanların ortadan kalkmasını yerine müspet olanların gelmesini sağlamıştır.
Yunus Emre’nin şiirlerine baktığımızda onun şiirlerinin sadece bir döneme hitap eden eserler olmadığını görüyoruz. Çağlar ötesinden bugüne sesleniyor adeta. Hiç eskimeyen, hep taze kalan sözler. Bu anlamda Yunus gözüyle yaşadığımız çağa baktığımızda ondan alacağımız dersler nelerdir?
İnsan ve hayatın mantığı hiçbir zaman değişmez. Bu yüzden onun çağındaki yaşanılan problemleri özleri itibariyle her çağda görmek mümkündür. Mesela onun adeta savaş açtığı kibir, kıskançlık, cehalet gibi hususlara bakalım. Bunlar bugünkü insanın da sorunlarıdır. Dün komşusunun fazla bir tavuğunu kıskanan insan bugün de onun evini, arabasını kıskanmaktadır. Kıskançlık ise birlik beraberliğin, muhabbetin en büyük düşmanlarından birisidir. Bu sebeple Yunus, bugüne de söyleyecek sözleri/mesajları olan bir isimdir. Diğer taraftan onun dili hakikatin dilidir. Kur’an merkezlidir. Bu hakikat de kıyamete kadar değişmeyeceğine göre Yunus’un sözleri de hep doğru ve geçerli olmaya devam edecektir.
Yunus’un mesajının her eve, her okula, her işyerine, kısacası her gönüle doğru bir biçimde ulaşabilmesi için bugün bizler teknolojik imkânları da kullanarak neler yapabiliriz?
Bunun için öncelikle Yunus’u doğru tanımamız/anlamamız gerekir. Bunu yaptıktan sonra edebiyattan sinemaya, ilmi eserlerden kültür eserlerine, kısacası bu çağda insanlarla iletişimi sağlayan bütün araçlarla elbette anlatabiliriz hatta anlatmamız gerekir. O, bugün şiirleriyle var olmaya devam ettiğine göre o şiirlerdeki mesajı bugünün insanlarına hayatlarında var olan iletişim araçlarıyla anlatmaya çalışmak en temel görevimiz olmalıdır. Bu görev ehlince yapılması gerekeceği için benim burada sinemada şöyle film edebiyatta şöyle bir roman yazılmalıdır şeklinde sözler söylemem ancak şahsi ifadeler olacaktır. Bunu, bu işlerin uzmanları söyleyecektir. Benim için asıl olan başta da söylediğim gibi onu doğru tanımlamak ve anlamaktır. Bunu gerçekleştirsek gerisi gelir.
Türkçe milli kimliğimizin, milli bekamızın vazgeçilmez temel taşı. Dilimiz bizim kimliğimiz. Dil konusunda hassas olmalı, dilimize gözümüz gibi bakmalıyız. Bir dilin yerleşmesinde ve yaşamasında muhakkak o milletin şairlerinin büyük emeği ve payı var. Yunus’un şiirleri asırlardır ilahiler halinde milletimizin dilinde söyleniyor ve söylenecek. Bu anlamda Yunus Emre ve Türkçe ilişkisi üzerinde duralım hocam isterseniz biraz da.
Yunus Emre dinimizin ve dilimizin şairi demiştik az önce. Bu yüzden Türkçe, ona bakarken çok önemli bir konu olarak karşımıza çıkar. Çünkü bir şair olarak dilin millet ve devlet varlığı için öneminin elbette farkındadır. Dili elbette ve öncelikle şairler/yazarlar kurar. Yunus Emre de geleneği Orta Asya’da başlasa bile yaşadığı dönem Anadolu’sunda henüz bir edebiyat ve tefekkür diline tam olarak dönüşmemiş Türkçeyi çok zengin bir şiir diline dönüştürmüştür. Bu yüzden onun daha sonra divan, tekke ve halk şiiri olarak isimlendirdiğimiz Türk edebiyatının kurucu şairi, eserini de kurucu metinlerimizin en başında gelen eserlerden biri olarak görmek gerekir. Onun dildeki bir başka başarısı ise bu dili bir gönül dili haline getirmesi, Vahdet-i Vücut gibi zor anlaşılabilecek bir felsefeyi anlatabilecek bir seviyeye çıkarmasıdır. Türkçe bu sayede bütün dini, tasavvufi, felsefi anlayışları ifade edecek bir özellik kazanmıştır.
“Benim dilim kuş dilidir, benim ilim dost ilidir.” diyor Hazret. Modern dünyanın enstrümanları arasında sıkışıp kalan, ruhu daralan günümüz insanına Yunus ne söyler, nasıl bir çıkış yolu gösterir?
Yunus Emre, dünün benzer sorunlar yaşayan insanlarına söylediği ne ise bugün için de söylediği odur. Zira yine az önce de söylenildiği gibi insan özü itibariyle değişmemektedir. Konu uzun ama özetle şunları söyleyelim. Allah merkezli bir inanç, düşünce ve birlik anlayışıdır Yunus’un bize telkin ettiği görüş. Bunun muhtevasında Yaradan’ı ve yaratılan bütün varlıkları aşkla sevmek, onlarla aynı zamanda metafizik bir ilişki kurmak, insanın önce kendini bilip olgunlaştırması sonra var edene ve varlıklar dahil vahiy kaynaklı bir düşünceye sahip olması, dünyayı yaşanabilir ve en seçkin varlık olarak yaratılan insanın fıtri değerlerine göre inşası meselesi yer alır.
Şiirleri asırlardır okunan mutasavvıf bir şair Yunus Emre. Bir Türkmen dervişi, Türk İslam sufisi. Asırlardır Yunus’un şiirlerinin dillerde söylenmesi, gönüllerde yaşamasının, kalıcılığının sırrı nedir?
Yunus’un zaman içinde unutulmamasının bence iki önemli sebebi var. İlki bir hakikat şairi olarak sözlerinin kaynağını Kur’an ve hadis olarak açıklaması; diğeri ise bu yüksek inanç ve düşüncesini çok güçlü, sanatkârane bir şekilde ifade etmesidir. Zira düşünce ne kadar büyük ve önemli olsa bile onu insanın zihnine ve gönlüne taşırken kullanacağınız dil çok önemlidir. Estetik, düşüncenin kalıcılığını sağlar. Bunlara bir de Yunus’un samimiyetini eklemek gerekir. Onun sözü gönülden çıktığı için başka gönüllerde karşılık bulması zor olmamıştır. Yine halkın dilini kullanması, anlatımda halk hayatından alınan unsurları kullanması, soyutu somutlaştırma gücü de bu etkinin diğer sebepleri olarak görülmelidir.
“Okumaktan ma’nî ne, kişi Hakk'ı bilmekdür / Çün okudun bilmezsin, hâ bir kuru emekdür.” buyuruyor Yunusumuz. Gençlerimizin milli kimlik kazanmasının yolu Yunus’u doğru anlamaktan geçiyor. Sevgili hocam, genç kardeşlerimizle Yunus’u nasıl buluşturacağız? Özellikle genç arkadaşlarımıza Yunus okumaları konusunda tavsiyeleriniz nelerdir, nasıl okusunlar, nereden başlasınlar?
Yunus Emre’nin bilgi felsefesine dair anlayışını çok veciz bir şekilde ifade eder bu şiiri. Kendini bilmek, insanın insanca yaşamasının, varoluşuna ve hayatına bir anlam vermesinin en temel şartıdır. Çünkü kendini bilme sürecinin neticesi Hakk’ı bilmektir. Bunu bilen için ise kâinatta hiçbir şey sır olmaz. Sır keşfedildikçe de varoluşunuz anlam kazanır. Tabii Yunus’un ifade ettiği düşüncelerin çok uzağındayız bugün. Bu, sadece gençlerin değil hepimizin sorunu. Bunun için araya örülen duvarları kaldırmak, önyargıları yıkmak ve doğru bilgi kaynaklarına ulaşmak gerekir. Özellikle gençler, zihin ve gönül olarak yetişkinlere göre daha saf ve temiz haldedirler. Bu yüzden onların Yunus’la buluşmaları aslında çok zor değil. Ama bu sadece bilgiyle olmaz. Hal ve yaşantıda örneklik gerekir. Bu da yaşı, mesleği ne olursa olsun hepimizin görevidir. Biz sözde, davranışta güzel örnekler olabilirsek Yunus’ça konuşabilir, düşünebilir yaşayabilirsek bu durum, gençler için de mutlaka örneklik teşkil edecektir. Tabi okumalar da gerekir. İşe önce bir Yunus biyografisi ile başlamak uygun olacaktır. Daha sonra Yunus’un Divanı okunmalıdır ama anlama noktasında dini-tasavvufi kavramların bilgisine de ihtiyaç vardır.
Sevgili hocam, bu sorumuz biraz özel soru olacak ama Yunus’un en çok sevdiğiniz şiiri hangisidir?
Ben böyle bir ayrım yapmayı edeben doğru bulamam. Hazretin sözü, vahiy kaynaklıdır ve hepsi önem ve değer taşır. Ama zaman zaman ruh halimize, önceliklerimize, şartlara göre şu veya bu şiir öne çıkabilir. Bu bir tercih değil şartların getirdiği bir sonuçtur. Sorunuza bu şekilde bakacak olursam mesela şiir poetikasını anlama açısından “Dertli Dolap”, hakikat arayışında yaşadığı gariplik halini anlamada “Taştın Yine Deli Gönül” şiiri, dervişlik ahlakını anlattığı “Her Kime ki Dervişlik Bağışlana”, coşkun aşk duygularını anlamada “Gel Gör Beni Aşk N’eyledi”, ölüm kavramını anlattığı “Başları Ucunda Hece Taşları”, Oluş sürecini anlatan “Ballar Balını Buldum” şiirlerinden söz edebilirim. Ama ben, seçilmiş şiirler yerine tümünü okumayı önemli görmekteyim. Çünkü bütün şiirler, birbirleriyle mana açısından ilgilidir. Her biri Yunus Emre’nin manevi kemal yolculuğunun ayrı ayrı ama biri atlanınca diğeri tam olarak anlaşılamayacak parçalarıdır.
Tabii Yunus Emre Hazretleri gibi bir derya söz konusu olunca günlerce bu konu üzerine konuşmak, sohbet etmek mümkün. Okurlarımızı onun dünyasına girmeye davet ederek sözümüzü burada noktalayalım. Yoğun çalışma temponuz arasında bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz değerli hocam.
Ben teşekkür ederim.
KONUŞTURAN: Recep ŞEN / Gergef Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni