DENEMELER
DENEMELER
avatar
06 Ocak, 2021
1010 gösterim

BESMELE İLE/KEMAL ÖZAYDIN

Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...
Necip Fazıl Kısakürek
 
Mebde; “yeryüzünde bir halife yaratacağım” muştusudur. Ne mutluluktur, ne şükürlük iştir ki, zamana ve zemine göre değişmeyen mutlak vahiy bilgisi (lütfu ile) bizi bilgilendirir.
 
Başlangıç ve sorumluluk verme aşamaları ilahi üslupla tek tek anlatılır muhataplarına…
Anlamsızlık yok, belirsizlik yok, karmaşa yok, her şey kontrol altında. Hem ilk yaratmada hem de devamında. Depremde, salgında hasılı her işte...
 
Tsunamileri, depremleri  inceleyen bilim insanları görürler ki, başlangıcı ve bitişi anlamlı bir şekil oluşturur. Kaosta dahi bir nizam vardır, muazzamdır.
 
“Bilinmeyen, görünmeyen âlemin, gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanları da bilir. O’nun bilgisi olmadan ne bir yaprak düşer ne de yerin karanlıkları içine bir dane girer. Yaş ve kuru, canlı ve ölü ne varsa her şey kâinatın kayıt sicilinde, kanunlar ve ilkeler kitabında, bilgi işlem merkezinde yazılıdır..” (En’âm suresi bildirimi)
 
İnsanın yaratılması, şekil ve biçim verilmesi, ruhundan üflenmesi ve öncesinde ilahi düşüncenin açıklanması… Verdiği bilgiden öğreniyoruz ki bu durum; Allah’la, ünsiyet ettiği melekûtun - adeta –  ‘ben böyle düşünüyorum ne dersiniz, nasıl olur, sizin bu konudaki fikriniz nedir’ şeklinde bir istişâresi niteliğindedir. 
 
İstişâre, yanındakilere kıymet vermektir. Haber vermeyebilirdi. Ayrıntı vermeyebilirdi. Düşünmeyin, sadece inanın diyebilirdi.
 
Melekler, orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın, oysa biz seni tesbih ve takdis ediyoruz dediler.
 
Cenâb-ı Hakk’ın  düşüncesini açıkladığı, sonra gerçekleştirdiği insan yaratma eylemi sanatın bizim tarafımızdan kavranmasının ilk aşamasıdır.
 
Ve insan yaratıldı. Proje başlatıldı…
 
Toprak, çamur, balçığın kurumuş çamuru, salsal …
 
Bedeni melekler oluşturdu, baş bölgesini Allahu Teâlâ şekillendirdi…
 
Şeytan da henüz isyan etmemiş zamanında, henüz ruh üflenmemiş Âdem’e; “seni boşa yaratmadı” diye manalı bakar, yerde cansız yatan Âdem’e ayağı ile dokunurmuş.
 
Âdem’e ruh üflendi, hayat başladı. Âdem’e isimleri öğretti, melekler: “Senin bize öğrettiğin dışında bilgimiz yoktur.” diyerek ilk fikirlerinden dolayı mahcubiyet duydular. Beyti mâmur etrafında tavafla özür beyan ettiler.
 
Meleklere: “Adem’e secde edin!” emri… Şeytanın akıl yürütmesi ve isyanı... Kıyamete kadar yol üzerine oturması için izin verilmesi, belki de görevlendirme…
 
Adem’in eşinin yaratılması, olayların gelişmesi… İlk günah, yasağı ihlal...
 
Şeytan hangi yolla girdi? Yasak meyve neydi? Cennet yeryüzünde miydi? Ortadoğu cennetti, sonra çölleşti...! Havva ile buluştu.
 
Allah, dünyayı insan için iskâna açtı…
 
Adem’in belinden zürriyetlerin çıkarılması, Elest Bezmi,  belâ cevabı... Cam-ı elest, mey-i elest, rûz-i elest, şevk-i elest… Elest Bezmi: Hakk âşıklarının ilham aldığı ahitleşme… Yanından gelip, yine ona gideceğimiz Rabbimizle yapılan sözleşme sahnesi…
 
Allah adamlarının, ariflerin, dervişânın, âşıkların ne güzel benzetmeleri vardır ki, Elest Bezmi’ne sohbet meclisi demişler... Ne de güzel yakışmış, ne hoş olmuş bu yakıştırma.
 
Bugünün maddeye yönelmiş dünyasında o ahdi hatırlamaya, dost meclislerine ne çok ihtiyaç var...
 
Hulûsi meste, bezm-i eleste
Bâde-pereste, sun şey’enlillah
 
Bu konularda çalışma yapmak, ayrıntıları ile meşgul olmak kelamcıların, tefsircilerin, erbabının işi olsa gerek.
 
Bildirilenle yetin, insanlığının tadını çıkar, yaratıcı ile irtibat kur. Başlangıcı düşün, hikmete kafa yor. O, seni gereksiz tartışmalardan faydalı iş işlemeye yöneltsin.
 
Heybeyi doldur. Gidenler gitti...
 
Istırap veren, üretmeyen, yürek tüketen bir dünyaya kaldık. Çok boyalı dünya, kayan görüntüleri ile iç âleme dönüşün önünü kesti. Biraz derinlik vardı; derinlikte lezzet vardı, huzur vardı, ruhun doyması vardı, aşk vardı, iştiyak vardı. Hikmet, mürüvvet hepsi tefekkür kanatları altında insanı besliyordu. İç dünyada huzur, dışarı tezahürdü. Kişiye, aileye, topluma, millete ve dahi dünyaya….
 
Giderek ilk bilgilerden uzaklaştık. Derinlikten kafa kaldıralım, etrafa bakalım dedik... Yükseliyoruz zannettik, sığlaştık. Işık, renk, kayar görüntüler salgın oldu, geldi. Kuşattı, bürüdü, üstümüze çullandı.
Zamanı hoyratça harcattı. Zihinleri mefluç etti, gönülleri naçar…
 
Başkaldıramaz olduk….Karşı koyamaz olduk…
 
Bol örnekli olumsuzlukları peş peşe sayar olduk. Dost meclislerinde, birbirimize ulaşılan alanlarda anlattık. Yanlışların amma da çoğaldığını anlatmaktan haz alır hale geldik. Ben sana, sen bana, sen ötekine, gençliğin nereye gittiğini, değerlerimizi, aileyi, kadınların (aslında) nerde olması gerektiğini, çok da düşünce ürünü olmayan şablonlar üzerinden konuşur olduk.
 
Dil geveze oldu, beyin renklere doydu. Düşünce batıl oldu. Hep problem konuştuk. Dağarcığımızı anlatımlarla doldurduk. Çözüm çok az dile geldi. Zordu, düşünmeyi gerektiriyordu.
 
Düşünmek ince bir sanattı… Sanat zahmetli idi, yorucu idi. Emek vermeyi gerektiriyordu… “Bilgi azaptır” diyordu bilge...
 
“Bu sanatı kim bilir, bu kudreti kim görür,
Bu vuslatı kim bulur, cengü cidal içinde.”  demişti Niyazi Mısri.
 
Kültür, sanat, edebiyat yalnızlığa itildi. Çok seyrek başvurulan, tekleme gündem olan unsurlar oldu.
 
Gönül dünyası paslandı, sadelikten uzaklaştı, huzursuzlaştı. Topyekun insanlık ve belki de evren endişeli, kaygılı ve kararsız bir hale büründü.
 
Lezzet, halâvet, sürur, mutluluk, ülfet, muhabbet, dostça samimi sohbetler sadırlarda neredeyse tükendi; yok, belki arada okunan satırlarda kaldı. Gerçekleri görmek acı verdi, kendimizden kaçtıkça kaçıyoruz.
 
Ey garip, halini bil, var vatan-ı asla eriş,
Bu seraba güvenen, teşne-i sahrada kalır.
 
“Burası dünya, ne çok kıymetlendirdik!” diyordu Cahit Zarifoğlu merhum. Ana fikri görememek, kaçırmak, unutmak…
 
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar…” Bedeni besleme diyor Mevlana, gönlü besle!
 
Gönülle gidiliyor…
 
“Çalış çabala da; ölüm gelip çatmadan, canın Hakk civarından bir koku alsın.” der Seyyid Burhaneddin.
 
Gözler kör olmaz ama sinelerdeki kalpler kör olur buyuruyor Rabbimiz..
 
Yaratılıştan başladık... Uzaklaştığımız alanlardan şikayet ettik..
 
Çözüm; yaratılışı anlatan, sorumluluk veren, eşyanın hakikatini söyleyen vahyin aydınlığında. Onu anlatan sanattır, edeptir, edebiyattır…
 
Edep ince bir çizgi, anladığımız anlamda bakmak dar bir görüş. Her konuda; Allahu Teâlâ ile olan ilişkimizde, toplum içindeki her alanda, ailede, oturup kalkmada, yemede, içmede, dost meclisinde, okulda, trafikte, davranışlarımıza dışardan bakma imkânı olsa edebimizi değerlendirebilirdik.
“İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yok.” der Celâleddin Rumi. “Âdemi ikmale sebep, lâzım olan cümle edep.”
 
Edebiyat bu ince çizgiyi, nezaketi, zarafeti, rikkati anlatır sözlerin edebiyle. Münacat olur Allah’ı anlatır, mevlid olur Nebî’yi anlatır, hilm ve sadakat olur Ebu Bekr’i anlatır, şecaat olur Ömer’i anlatır, edep olur Osman’ı anlatır, cenk olur Ali’yi anlatır, dert olur sinede Kerbela’yı anlatır… Bazen metheder abartılarla, bazen hicveder hoş lisanlarla, lâtifeli anlatımlarla…
 
“İlim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eyler.” dedi İbn i Sina… Edebe, edebiyata, kültüre, sanata, estetiğe verdiğimiz önem iç dünyamızı güzelleştirecek; bu güzellik dış dünyamıza eser olarak, mimari olarak, şehir estetiği olarak yansıyacaktır.
 
Bu yolda kafa yoranlara; fikir, düşünce ve eser üretenlere, eser bırakanlara, kalem oynatanlara, düz yazanlara, düzgün yazanlara, şiirleri konuşturanlara selam olsun!
 
Gönle hitap edenlere selam olsun!
 
Gergef işleyenlere selam olsun!
 
Ve minellahittevfik.
 
Kemal ÖZAYDIN