DENEMELER
DENEMELER
avatar
30 Nisan, 2022
702 gösterim

SANATIN RUHU VE GERGEFİN ÖYKÜSÜ / Emre KOÇ

Sanat hakkında bütün unsurlarını kapsayan bir tanım yapabilmek disiplinler arası yapısı nedeniyle zordur. Sanatın mitoloji, tarih, mimari, metafizik, ahlak, etik, bilim ve teknoloji gibi disiplinlerle ilişkisine yönelik çok faktörlü incelemeler sanat tasavvurunu ortaya çıkarırken geçmişten geleceğe kültürü taşıyıcı bir role sahip olması ise sembolizmin ve idealizmin kesiştiği sonsuzluk idesini keşfetmeye yönelik olanak sağlar. Özetle sanat, madde ve mana arasındaki ilişkinin içlem ve kaplamını varlık ve imkân yasalarıyla ilişkilendiren varlık ötesine yönelik estetik, zarif, derin ve yüksek bir arayıştır.

Sanatla ilgili yapılan bilimsel tanımlarda yer alan ‘’maddi ve zihni bir iş ve çabada izlenen özenli yol, yöntem’’, ‘’üstün nitelikli öğrenme yöntemi’’ ve ‘’estetik-eylem ilişkisini düzenleyen bilgi, bulgu ve kurallar bütünü’’1 şeklindeki belirteçler en az sanat ürünü kadar tasviridir ve bize tecrübe aktı hakkında sınırlı bilgi verir. Sanat idesi ise var olan bu bilginin uzamında ortaya çıkan duyu, akıl ve haber ötesi gerçekliği parça bütün ilişkisi dışında ve harici delil niteliğinde tanımlar. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak, zifiri karanlığın içinde geçen mekânsız ve zamansız bir sürecin akışında, şafak sökümüne doğru görüngü grileşirken ateş böceği misali yanıp sönen bir ışığı hayal edelim. Zifiri karanlıktan griye çalan görüngü varlığın bilgisi iken yanıp sönen ışık huzmesi ise esmâdır. Esmânın keşfedilmesi ise şimşek etkisine benzer. İşte sanat, şimşek etkisinin varlıkta ve algıda yayılmaya, yankılanmaya ve zamanla soğuyup somutlaşarak esmânın varoluş yolculuğuna devam etmesidir. Suje ve obje arasındaki diyalektik bilincin dış dünya ve düşünce ile sıra dışı deneyimi, bu deneyimin vacib, mümkün ve münteni şeklindeki bütün varlık sınıflarına orantılı ve tam uyumudur. Sanatın yaşamdaki derin, geniş ve yüksek deneyimleri sembolize ediyor oluşu, yazgısındaki manevi, aşkın ve mutlak gerilime dair taşıdığı arayış, sonsuzluk ve tamlık istencine yönelik ipucu niteliği taşır.

Sanat, aşkın olduğu kadar evrenseldir de. Bu evrensellik beraberinde yerelliği de taşır. Zira ikisi de sanatın dış dünya kapsamındaki tezahürleridir. Maddenin cevher, araz, yer, yön, hareket, sükun, sayı gibi ölçülebilir bilgisi sanatın keşif aktına olanak sağlar. Bu sebeple sanatın üslubu, tavrı ve ürünü coğrafyadan insana çeşitlilik arz eder. Bir sanat eseri, sınırlı renk kombinasyonuyla farklı zaman ve mekan boyutlarında sınırsız deneyime konu olabilir. Alp dağlarında yeşeren tabiat nüvesi ile Avustraendonezya ikliminde yeşeren nüvenin sanat eserine konu olması yerellik ve evrensellik hakkında edinilen bilgiye açılım sağlar. Aynı sanat eserine yedi milyar çift gözün bakışı, kulağın duyuşu, dokunuşun duyusu ve kalbin hissedişi çarpan etkisi yaratır ve sonsuza doğru yayılımın çok faktörlü özelliğini gözler önüne serer. Diğer bir deyişle sanat, dış dünya söz konusu olunca yerelden evrensele ve evrenselden yerele doğru çift yönlü bir dalgalanmada keşif düzeyini yükseltir ve muhibbine yaşamın gün yüzüne henüz çıkmamış deneyim değerini sunar.

Sanatın kültürü taşıyıcı rolüne dikkat çekmiştik. Bütünden parçaya doğru giden anlam yolculuğumuzda işleme sanatının kültür araçlarından biri olan gergefle ilgili tarihi, antropolojik ve ontolojik bir çözümleme yaparak sanatın insan, tabiat ve tarihle ilişkisinin yerel-evrensel diyalektiğini kavramaya ve gergefe işlenen idenin hangi anlamları sembolize ettiğini ortaya koymaya çalışacağız. Böylelikle insanın, coğrafyanın ve tarihin iz düşümünde şimşeğin yeniden çakışını beklerken ‘’Sanat bize ne söyler?’’ sorusuna ikna edici cevaplar bulmaya ve varlığa yönelik insani umutla ilahi inayetin nasıl kesiştiğini/kesişebileceğini keşfetmeye çalışacağız.

İşleme sanatı, insan psikolojisindeki iki temel arzunun dışa vurumu olarak ortaya çıkar: birincisi boş yüzeyleri doldurma tutkusu, ikincisi ise estetik arzusudur. 2 Esasında işleme sanatına süsleme de denilir. Yaşama anlam katma ihtiyacı fıtridir. Dikey ve yatay ilişkilerde iyi veya kötü herhangi bir anlamın insan hayatında iz bırakacağı açıktır. Mesela bir sınıfa girdiğinizi ve boş bir sıraya oturduğunuzu hayal edin. Karşınızda bembeyaz bir yazı tahtası. Hemen kenarında mavi, kırmızı ve siyah renkten oluşan tahta kalemleri. Tahtaya bir şeyler yazma ve karalama istenci duyacaksınız ve ilk etapta bu eylemin anlamlı veya anlamsız oluşunu önemsemiyor olacaksınız. Zira boş yüzeyleri doldurma tutkusu bilincin içinden gelen girdaba doğru sizi çeker. Zihinsel ve kişisel becerilerin keşfedilmeye başlandığı 0-6 yaş grubunda evin duvarını, buzdolabını, çamaşır makinesini, ahşap yüzeyleri ve sair kullanım eşyalarını eline geçirdiği herhangi bir aletle çizen, karalayan veya darp eden çocukların sayısı az değildir. Üstelik bu ilkel eylemin, ilk çağlarda yaşayan insanların mağara duvarlarına resim çizme işlemine benzerliği, doğal seleksiyonu kabul eden evrimciler için çok daha dikkat çekicidir. Eğitim-öğretim süreci bu psikolojik dışa vurumu düzenler. Boş yüzeyi doldurma tutkusunu değerli, anlamlı, saptanabilir ve ölçülebilir hale getirmeye çalışır. Çocuk artık evin duvarına Cin Ali resmi çizme ihtiyacı duymaz. Resim dersi, defteri, kalemleri, öğretmeni, sınıf arkadaşları; bu tutkusunu deneyimleyebileceği kocaman bir kadrosu vardır. Boş bir yüzeyi doldurma tutkusuyla birlikte tezahür eden estetik arzu, yani bir şeyleri özenli, düzenli ve güzel yapma duygusu sanat idesini besler. Duyularını keşfetmiş birey, zihin yetisini ve akabinde sezgi gücünü keşfeder. Manevi olan ile temas kurdukça evreni genişler. Ruhun dolayımları sinir hücrelerinden daha çok hassaslaşır. Birey için hayranlık, güzellik, uygunluk ve hikmet sadece teori değil boş yüzeyleri doldurma tutkusu kadar fıtridir artık.

İşleme, kasnak ve gergef adı verilen araçlara gerilen deri ve kumaşın çeşitli renkteki iplik, altın ve gümüş, sim ve iğne kullanılarak yapılan bir süsleme sanatı şeklinde tarif edilmektedir. Bu sanatın ilk örnekleri M.Ö.2500’lü yıllarda Sümer kadın kıyafetlerindeki geometrik motifli işlemelerde bulunmaktadır. Hitit, Frig ve Lidya uygarlıklarında ise işleme sanatı gelişimini sürdürmüştür. Türk işlemelerine ait ilk buluntular, M.Ö.1-3.yüzyıllara ait olan Altay Dağları’nda, Pazırık yöresinde bulunan Hun prenslerinin mezarlarında görülmüştür. Uygur Türkleri, Anadolu’da Selçuklularla devam eden tarihsel süreçte işleme sanatı Osmanlı Dönemi’nde en parlak evresini yaşamıştır. Osmanlı devrinde 16. ve 17.yüzyıl işlemeleri dikkat çekerken 18.yüzyılda işleme sanatı Barok ve Rokoko etkisi altında gelişmiş, 19.ve 20.yüzyılda ise sanayileşme ve makineleşmenin etkisiyle sanayi ürünlerinin kapsamına girmeye başlamıştır.3 Tarihsel sürece panoramik bir bakış attığımızda görüyoruz ki süsleme sanatı sosyal ve ekonomik yaşamın dönüşümüyle gelişirken beraberinde meta kültürün değişim araçları arasına dâhil olmuş, kültürel fonksiyonu zamanla azalırken sanat değeri dip kültürde var olmaya devam etmiştir. Yakın tarihte Anadolu kültüründe ise el sanatları adıyla işleme sanatının çeşitli örneklerine tanık olmaktayız. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan Anadolu insanı el işi, oyalama, boyama ve benzeri tekniklerle işleme sanatına katkı sunarken kentlerde Halk Eğitim Merkezleri’nde el sanatlarıyla ilgili kurslar açılarak süsleme sanatının kültürel fonksiyonu canlı tutulmaya çalışılmaktadır.

İşlemenin en temel aracı ise gergef ve kasnak denilen, üzerine nakış işlenecek kumaşların gerilmesine yarayan tahtadan bir çerçevedir. Gergef dört ayak üzerinde durur; bu ayak ve çerçeve istenildiği zaman sökülüp takılabilecek şekilde hareketli bir yapıya sahiptir. Gergef çerçevesinin üstünde sıra ile birçok delik vardır ve bunlara sırayla gergef bezi denilen kenar bezlerinin ipleri geçirilmiştir. Üstüne işlenecek bez, kenarlarından bu gergef bezlerine dikilir ve bu ipler çekilmek suretiyle işlenecek bez gerilir. Gergef işleyenler daima sağ ellerini bu bezin üstünde ve sol ellerini de altında tutarak iğneyi yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya batırmak suretiyle nakışı işlerler.4

İlk çağlarda süslemede insan başta olmak üzere canlı varlıkların tasviri de kullanılırken Türklerin İslamiyet’i kabulünden itibaren Türk işlemeciliğinde doğa tasvirleri daha çok tercih edilmiştir. Görüldüğü üzere işleme sanatı tarihi, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerin etkisiyle farklı motif ve ürünleri bakiyesine kazandırmıştır.

Özü itibariyle iyiyi, güzeli, uygunluğu ve hikmeti temsil eden sanata yönelik farklı tasavvurlar ortaya çıkmıştır. Zira her sanat eseri bir sanatçının ürünüdür. Dolayısıyla mahiyetinde mutlak değerleri taşısa da sanatçının görece bakış açısı kaçınılmazdır. Öyle ki her sanatçı kendine has bir dolayımda eserini ortaya çıkarır. Eser, vücuda geldiği zaman, mekân ve benzeri dolayım/etkileşim faktörleriyle temas kurarak nitelik kazanır. En eski sanat kuramlarından biri olan mimesis/taklit kuramına göre, sanatçı gerçek sanatçının eserlerini taklit ederek kendi taklidi sanat eserini üretir. Sanat, hafıza ve yaratım işlevini bir arada taşır. Her sanatçı eserini ortaya çıkarırken kendi varoluşsal deneyimini temsil eder. Bu yönüyle yaratım işlevi sanatçı için ilahi bir bahş iken varlık konumu itibariyle gerçek sanatçının eserindeki üstünlüğe teslim olduğuna yönelik itirafla kuramını oluşturur. Zira eserin güzelliğinden dolayı insan ruhunda meydana gelen üstünlük, hayranlık, güzellik, iyilik ve nezahet duyguları sünnetullah gereğince gerçek sanatçıdan, yani ilahi olandan zuhur eder, yayılır ve muhatabı etki altına alır. Sanatçı bu üstün duyguları acziyet halet-i ruhiyesiyle tasdik eder.

Sanat ve ahlak arasındaki ilişkiyi inceleyen düşünürler, fıtratın çift kutuplu yapısı nedeniyle farklı yaklaşımları benimsemişlerdir. İlk ve Orta Çağ’da sanat ve ahlak arasında güçlü bağlar kurularak insan ruhundaki serencamı ilahi inayete uygun hale getiren biçem ve tavırlar tercih edilmiştir. Modern dönemlerde özellikle Batı’da ise sanat ve ahlakın arası açılarak nesnellik adına sanata ilahi olandan bağımsız özerk bir alan tesis edilmek istenmiştir.5 Ne var ki insanlık, özgürlük mefhumu için sanatı kök değerlerinden arındırınca varlık felsefesiyle ilgili derin krizlerin içine düşmüş, estetiği hazza indirgemenin açtığı hasarı telafi edecek manevi derinliği, inceliği ve akıcılığı yitirmiştir.

Sanat ve ahlak ilişkisine yönelik dört farklı yaklaşım vardır. Bunlardan birincisi aşırı özerkçiliktir ki son dönem Batı dünyasında revaç bulmuştur. Bu yaklaşıma göre sanat ve ahlak birbirinden ayrıdır. Sanatın tek ilkesi güzelliktir; ahlaka uygun olup olmaması bahsi diğerdir. Yani sanat sanat içindir. İkinci yaklaşım ise aşırı ahlakçılıktır. Sanat güzellik ve haz meselesi değildir ve ahlaka içkindir. Ahlaka aykırı bir sanat eseri engellenmelidir. Bu yaklaşım da sanatın özgünlük ve özgürlük ilkelerini kısıtlayıcı etkisi nedeniyle tartışmaya açıktır. Üçüncü yaklaşım ölçülü özerkçiliktir ki, sanatta güzellik ve hazzın asıl olduğunu, ahlakın ise füru olduğunu ifade eder. Sanata ilişkin dördüncü yaklaşım da ölçülü ahlakçılıktır ki, Aristoteles zamanından beri var olduğu ifade edilir. Buna göre sanat dar estetik sınırlar içine hapsedilemeyecek kadar geniş kapsamlı olup ahlaki, manevi ve derinlikli özelliklerle iç içedir. Ahlakilik, bir sanat eserinin değerini artırıp azaltabilecek yapıya sahiptir. Dolayısıyla sanat ve ahlakı birbirini tamamlayan ve fakat dışlamayan iki temel ilke olarak görmek gerekir.6

İşlemenin çevreni gergefe dönecek olursak, motifin işlenebilmesi için gergef dört ayak üzerine kuruluyor. Belirli renkleri, ipliği, altını veya gümüşüyle önermeyi kurabilmek için aynı zamanda hareketli bir yapıya da sahip olan dört ayaklı bir düzenekten bahsediyoruz. Böylece denilebilir ki işleme sanatında birinci ilke dengedir. Denge, kurucu bir ilke olmasının yanında esere içkindir de. Aşırılığa yapılan ilk çağrıdır. Her rengin, her fikrin, her hayalin ölçüsüzce tatbik edilemeyeceğini öğretir gergef bize. Varlığın tözsel yasalarını göz ardı edemezsiniz, der. Sanat, dört ayaklı bir tevatürle gün yüzüne çıkar. Matematik, geometri ve fizik en az metafizik kadar iç içedir sanatla. İşlemenin ikinci ilkesi ise harekettir. Dengeyi ve ölçüyü sağlayıp iyinin ve güzelin imkânına ulaşabilmek için hareket de gereklidir. Renk ve hizaya yönelik seçimlerin yansıyacağı zemini, yani kumaşı iyi ayarlamak gerekir. En güzel motifin, işlendiği kumaşta orantılı durması gerekir. Üçüncü ilke kesinliktir. Gergef bezi, ipleri kasnak deliklerine geçirilmek suretiyle gerilir ve işlemeye hazır hale getirilir. Zira sanat; esnekliği, belirsizliği, kararsızlığı aşan bir tamlıktır esasında. Sanatın ikna, çokluk, imtiyaz, albeni, sükse, ışıltı gibi yarım kalmaya mahkûm kaygıları yoktur. O sizi bedihi bir düzleme davet eder. Kayıtsız kalamayacağınız bir netliğe… Gergefi işleyenin sağ elini yukarıda, sol elini ise aşağıda tutarak gergefi kavraması ise gayet manidardır. Helogramın popüler hale geldiği çağımızda antik medeniyetlerden günümüze gelen düalizm motifini serimlemek ne kadar etkili olur bilemeyiz fakat iyiyi ve kötüyü, güzeli ve çirkini, eksiği ve tamı, yükseği ve alçağı, genişi ve darı sağ ve solla ifade eden inanç ve kültürlere yeniden kulak vermek için gergefi işleyen iki elin konumuna odaklanmakta fayda var. Öyle ki iğnenin çift yönlü hareketi sanatın evrende nasıl yankı bulduğuna yönelik farklı bir pencere açar severlerine. Yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya… Sanatın gergef kasnağında gerçekleşen bu büyüleyici ritüeli, varlık hakkında düşünürken insana zerreden küreye genişleyen bir temsil sunar. Ve gergef kasnağında karşımıza çıkan sanatın son ilkesi ise derinliktir, deriz.

Peki eseri sanat ürünü haline getiren önermenin kurucu ilkeleri nelerdir? Gergefin geriminde tebellür eden akisleri insicamlı bir şekilde temaşaya sunan müessir kimdir? Eseriyle hangi frekans aralığında buluşur? Kumaşı adım adım işlerken duygu ve düşünceyi önermeye nasıl katar? Öznellik ve nesnellik arasında nasıl geçişler yapar? Kültürümüzde gergef işlemeciliğiyle uğraşanların, daha ziyade çeyiz hazırlığı yapan genç kızlar olduğu yönünde popüler bir kabul vardır. Genç kızlar çeyizlik ipekli, sırmalı, nakış, kanaviçe, etamin gibi işlemeleri gergefle yapardı. Tabi günümüzde çeyizlik işlemelerde fabrikasyon ürünlerin tercih edildiği de bir vakıa. İşleme sanatının unutulan el sanatları söylemiyle anıldığını, Halk Eğitim Merkezleri’nde açılan kurslar ile canlı tutulmaya çalışıldığını da zikretmek gerekir. En nihayetinde işleme sanatı, insan muhayyilesini harekete geçirerek kültürü taşıyıcı işleviyle estetik ve ruh arasında köprü olmaya devam etmektedir.

Gergefin çevrenine düşen çiğ tanesidir, müessirin eseri meydana getirirken dolayımladığı yaşam izleği. Sevinç, hüzün, huzur, kaygı, itminan ve şüphe şeklinde uzadıya giden deneyimler zihinde deveran, kalpte cevelan ve ruhta tecessüm eder. Bitimsiz bir yolda yürürken insanın peşine anıları düşer. Bazen de şimdi ve buradanın her yeri kapladığı kasvetli bir panorama arz eder. Çoğu zaman ise geleceği tasarlarken davetsiz bir umudun ufukta bir görünüp bir kaybolan esmâyı kelâma kibarca davet etmesidir. Dilin, düşüncenin ve doğanın imkânı yıkımın, çözülmenin ve dağılmanın hem öncesinde hem de sonrasında estetik bir varoluş için meramı ifadede ilahi inayete mukabil dalga dalga yayılır. Mimesis/taklit müessirin kasnağında özgünlük ve özgürlük istencini daha sağlam, müspet ve güçlü bir zemin üzerine inşa eder. Sanat ruhun gözeneklerine sızar, ruh sanatın burçlarında dalgalanan töze sarmalanarak aydınlanır. Gergef insana inceliği, ince işçiliği, dikkati, sabrı, nezaheti, zarafeti ve beraberinde itminana ermeyi öğretir.

Zihnini yokla, kalbine dokun, ruhunu hisset. Yaşamı, gergefi itinayla tutar gibi tut. Tefekkür et, tahkik et, teemmül et ve hisset. En eski ipler ile yepyeni motifleri işle; acı da sevinç de ruhunda orantıya kavuşsun. Yaşam, hikmet nazarında elekten geçsin. Hayat dediğin, imtihan dediğin, kader dediğin, gerçek dediğin; hem ruhuna süzülsün hem de ruhundan süzülsün. Sadeliğin, özgünlüğün, özgürlüğün, arayışın, bitmeyen bir doluşun konforunu doyasıya yaşa. Öyle bir eser ortaya çıkar ki müessirin gayesine ve nizamına uygun olsun.

EMRE KOÇ

 

Dipnotlar ve Kaynaklar:

1.Turan Koç, ‘’Sanat’’, DİA, Ankara 2002, XXXVI, 90.

2. http://www.idesanat.com/69-icerik-Isleme.html

3. Zübeyde Cihan Özsayıner, Türk Sanat Hat Sanatları Müzesi Koleksiyonunda Bulunan İpek

Üzerine İşleme Hat Levhaları, Akdeniz Sanat Dergisi, 2012, cilt 5, sayı 10, 149.

4. http://www.unutulmussanatlar.com/2012/07/gergef_52.html

5. Cafer Sadık Yaran, Sanat ve Sanatçı Ahlakı, Diyanet Aylık Dergi, Haziran 2021, 14.

6. A.y.n.eser, 15-16.