HİKÂYELER
HİKÂYELER
avatar
30 Nisan, 2022
1000 gösterim

CAN PAZARI (Öykü) / Mehmet PEKTAŞ

Yol her hafta olduğu gibi ışıklardan itibaren trafiğe kapatıldı. Pazarcılar teker teker gelip yerlerine yerleştiler. Brandalar çekildi, büyük şemsiyeler açıldı, tezgâhlar kuruldu, ürünler tablalara yerleştirildi. Müşterilerin gelişiyle birlikte meyve, sebze satanların sesleri yükseldi. Pazarda belli bir yeri olmayanlar biraz geç gelip o hafta pazara çıkmayanların yerlerine sokuldular. Mısırcılar, simitçiler ve tatlıcılar seyyar arabalarıyla ortalarda gezinmeye başladı. Pazarın ilk müşterileri ortalık kalabalıklaşmadan işlerini görüp evine gitmeyi düşünen ihtiyarlar, çocuklu kadınlar ve meyvenin, sebzenin iyisini almak isteyenlerdi. Pazarcılar bu saatlerde tanıdık müşterilerle ve birbirleriyle sohbet edecek vakit buluyorlardı.

Öğlen saatlerinde ortalık iyice tenhalaştı. Bazı pazarcılar fırsattan istifade belli tezgâhların arkasında toplanıp sattıkları ürünlerle kurdukları sofrada karınlarını doyurdular. Kendi tezgâhlarında olmayan ürünleri komşularından temin ettiler, sattıklarından onlara uzattılar. Tezgâhlarının başında esneyip duranlar olduğu gibi arabalarının içinde, kaldırıma serdiği kartonların üzerinde uyuyanlar da vardı.

İkindi vakti, pazarın en hareketli zamanıydı. İnsanların çoğu, pazara çıkmak için bu saatleri beklerdi. Buna mesaiden çıkanlar da eklenince pazarın kurulduğu sokakta âdeta adım atacak yer kalmazdı. Pazarcılar akşama kadar yapamadıkları satışı şu birkaç saat içinde yaparlardı. Kasalar, çuvallar peş peşe tezgâhlara dökülür, ürünlerine müşteri çekmek isteyen pazarcıların sesleri birbirine karışırdı. Tam bu saatlerde ürünlerin fiyatları düşer, sabahtan kilo ile satılan mallar üç kilosu, beş kilosu tek fiyata satılmaya başlanırdı. Kimi tezgâhların başında küçük kalabalıklar oluşur, insanlar fiyatı düşen ürünleri kapışırdı. Bu küçük kalabalıklar; alışverişlerini tamamlamış, alacağı her şeyi almış insanların bile dikkatini çeker, ister istemez o tarafa doğru yönelmelerini sağlardı. Hatta bazıları her ne kadar başka yerden aynı ürünü almış olsa bile o tezgâhtan bir iki kilo daha alırdı. Bu bildik sahneler her hafta olduğu gibi o gün de yaşanırken bir anda gökyüzünü gri bulutlar kapladı. Havanın kapanmasıyla birlikte herkesi bir telaş sardı. Alışverişini tamamlayanlar kalabalığı yararak hızlı adımlarla pazarı terk etmeye başladı. Alıverişini bitiremeyenlerse tezgâhlar arasında koşturarak ucuz, pahalı demeden eksiklerini tamamlamaya çabalıyordu. Pazarcılar ürünlerini bir an önce satıp bitirmek için fiyatlarını biraz daha düşürdüler. Önlerinde kalan malın tamamını tek bir fiyata satmaya çalışanlar vardı. İlk damlalar düşerken tekstil ürünleri satanlar tezgâhlarını toplamaya başladılar.

Yağmur hızlandı, yağmurla birlikte zaman da hızlandı.

Genç bir pazarcı aceleyle ürünlerini kutulara yerleştirirken bebek takımı soran bir müşteriyi geri çevirdi. Bir bayan pazarcı askıdaki kıyafetlerin hepsini birden kucaklayıp indirmek isterken bir eteği yere düşürdü. Bir başkası hararetle sürdürdüğü telefon konuşmasını “Kapat, kapat!” diyerek sonlandırdı ve sergisine koştu. Orta yaşlı bir pazarcı sigarasını yere atıp tezgâhtaki ayakkabıları toplamaya başladı. Gençten birisi naylon branda getirme niyetiyle arabasına giderken vazgeçip ürünlerini toplamak için geri döndü. İki kardeşten birisi gölgelik niyetine yolun bir tarafından diğer tarafına çekilen brandanın ipini çözmek için duvarın üzerine çıktı. Diğeri brandanın diğer ucunu çözmek için karşıya koştu.

Satışlarını araçlarından yapan pazarcılar ürünlerini toplayıp araçlarına binmişlerdi bile. Önlerindeki tezgâhların toplanmasını ve yolun açılmasını bekliyorlardı. Seyyar satıcılarsa insanları yara yara pazardan çıkmaya çalışıyorlardı.

Meyve sebze satanlar, bu saatten sonra satış yapamayacaklarını biliyorlardı. Üzerlerine çektikleri gölgelikleri, brandaları aceleyle toplamaya başladılar. Dakikalar geçtikçe brandalar ağırlaşıyor, bunları toplamak zorlaşıyordu. Şemsiyeler bir bir kapanıyor, kalan mallar kasalara, çuvallara dolduruluyordu. Gün boyu müşteri çekmek için bağıranlar bir an önce malları toparlamak için haykırıyordu artık.

Yağmurun hızını arttırmasıyla birlikte zamana karşı iyiden iyiye bir yarış başladı.

Bir genç, kamyonun üzerine boş kasaları fırlatıyordu. Birisi patatesleri çuvallamaya çalışıyor, yere dökülenleri gözü görmüyordu. Bir başkası boşalan tezgâhı devirdi, üzerinde kalan kabuklar ve üç beş çürük soğan yere döküldü. Diğeri, iki kasayı birden omuzlamış kamyonetine doğru koşturuyordu. Toplanan tezgâhlardan geriye meyve ve sebzelerin çürükleri, kabukları ve kırık kasalar kalıyordu. Dakikalar içinde pazarda tek müşteri kalmamıştı. Birkaç kişi yağmura aldırmadan, pazarcılardan geriye kalan çöp yığınlarını karıştırıyordu.

Yağmur şiddetini artırmış, rüzgârla birlikte fırtınaya dönüşmüştü. Zaman, ileri tuşuna basılmış bir film gibi hızla akıyordu.

Birisi kornaya bastı, birisi çözemediği brandanın ipini kesmek için hanımından bıçak istedi, bir başkası sövdü, diğeri bağırdı, bir taraftan ezan başladı. Tam o anda tüm sesleri bastıran bir çığlık duyuldu.

Bir anda zaman durdu, hayat durdu, her şey durdu.

Bir pazarcı elindeki brandanın ipiyle, birisi kucağındaki meyve kasasıyla, birisi ağzında yarım sigarasıyla, bir başkası kamyonetin kasasına tutunmuş hâlde, diğeri elini havaya kaldırmış hâlde dondu kaldı.

Bir an geçti, bir yıl geçti, bir asır geçti.

Kulakları tırmalayan bir çığlık daha duyuldu. Zaman yeniden işlemeye başladı. Hayat yeniden akmaya başladı. Bir pazarcı elinde tuttuğu halatı koyuverdi, branda yol boyunca serildi. Biri elindeki kasayı bırakıverdi, içindeki meyveler yere saçıldı. Herkes bir noktaya doğru koşmaya başladı.

Pazarcıların artıklarını toplayan bir kadın yerde kanlar içinde yatan çocuğunun üzerine kapanmıştı. Geri geri gelirken çocuğu ezen aracın sürücüsü yolun kenarında dizlerini dövüyordu.

 
MEHMET PEKTAŞ