DENEMELER
DENEMELER
avatar
06 Ocak, 2021
873 gösterim

ÇÜNKÜ ARAMIZDA O MAVİLEŞEN ANILAR/REŞİT GÜNGÖR KALKAN

I.
Biliyorum vakit yok ve durgun bir inilti ırmağında ikimiz, iki hançer ağzıydık ipekle sınanmış. Ağır başlı bir şenlikle geçerken şölenlerden, şaşırdık şatarabanla üstelik. İpekle bir iniltiye dinginlik bahşeden çiçekleri konuşmalıyız şatarabanla o sarp yokuşlarda. Çiçekleri konuşmalıyız çünkü, ben, ağzımın ülkesinde bereketle taşan bir tek ıslık atımı sundum sana bildiğim bütün şarkıları. Gövdemizde aynı kalbin senfonisine ayarlı bir heyecanla üstelik, o vakar dolu mektuplarla yetiştim akıp giden körpe bir yaza. “Geciktin… Çiçekler, aynı salgınla soldu o kırmızı vazoda. Kitaplar birikti ve plaklar… Geciktin… Aralık bırakılmış bir kapıda bir başıma, gece içinde üstelik, adını radyoda bir hanende seslendiriyorken bir baharı aşkla, duydum, geciktin…” Hani, o mektuplar diyorum, sedef sancılı bir akarsuyun sesiyle şakırdı sayfalar boyu… Bir güneş açmış, bir ağaç yapraklarını sunmuş gibi dudağımın kıvrımına… Saatler, mızrakla yarışan deli bir tay peşinde toynaklanırken kalbimde, dünyanın bir ucunda bir orman büyürdü fısıltıyla üstelik.
 
Biliyorum vakit yok ve ben, kırgın hâllerimden küllenmeyen bir dünya ağrısına uğradım. İşte dünya ağrısında kırgın hallerimi anla diye bir de, içime damlıyorken o görklü hayat ırmağı, bütün denizlerini ağrılı bir dünyanın, sararan dudaklarımı abanıp aşkla geçtim. Çünkü gençtim, çünkü o dingin inilti ırmağında akıp giderken günler, çünkü henüz Leylâ kaybolmamışken Mecnûn içre, kış birden bastırır, hava kararır, ışıklar bir bir sönerdi o berzah yorgunu şehirde. İşte o berzah yorgunu şehirde, seni sesine katık eden bir özlem yasına ayarlı loş aralıkta ben, ellerim ceplerimde, dudağımda kibrit kurusu bir yazla geçip giderdim bomboş sayfalardan. Peş peşe kalkan otobüslerde dakikalar, çağdaş meraklar eşliğinde yumrulanarak otururdu boğazıma. Kesilmiş bir demir kokusuyla karışık, yol boyu akan zambaklarla ben, kirli bir cama dayayıp başımı, gövdemle hıçkırıktan bir göz yaptım kendime yeniden. Bütün bir yaza aşkla koşan o mektuplar, yani dünya insanların üzerine kapanıyorken bir bir, yastığımı ıslatıyor her gece…
 
Kimse bilmez, bizde, tenle örselenen baygın kokuları duymaksızın geçip gitmiş o gergin baharlarla kaygılı birer uçucu ecza vardı. Biz de birer yaz gölgesine çekilmiş duvağıyla bir ruhu kaldıran tenle örselendik o uçucu eczasız. Şimdi zihnim, kelebekleşen fotoğraflarla çalgısını sustururken geçmiş günlerin, bir gitarla ulu orta yasaklanabilir anılar büsbütün. İşte bahar dallarıyla mayısa fısıldayan genç ırmakların, notalardan gençliğin hallerini göstermesine tebessüm edebiliriz. Bir kız, çehresinde güneş oyası yazmasına bürünerek yazların aksiyle bir dağda, bir küflenmiş sükûtla yani, içlenebilir bütün menekşeler adına. Bir vertigo, yazla içimize doğru buruşan iğdeleri ve akasyaları gece boyunca tutuşturabilir tenimizde. O berrak hatırlayışlar içinde, geçmişi gergin baharlarla yaza taşıyan telaşla taşınırdık ruh gölgelerine, cenaze merasimlerine… Çünkü aramızda, o mavileşen anılar artığı hüzünkâr bekleyiş senfonisine ayarlı sessizlikle ikimiz, bir gitarı yeniden bir gitarla taşıyabiliriz aslında deliren uzak yazlara. Esmer bir güneşle gelinciklenen tepelere doğru itildiğinde erguvan düşleri geçmişin, yeniden sarsabiliriz şehrin uzak zamanlarını. Hayat nasıl olsa bir ırmakla çevirecek yolumuzu, sessiz…
 
Biz o vakit, kimseler henüz bilmediğinde yani bizi, vitrinlerin ve dolarların, namlu ucunda balkıyan intihar desteleriyle arşınlardık o hüzünler sarmaşığı zamanları. Unutmuş da değilim üstelik, kırgın ırmaklarla yükselen sesinde yasemenler açardı bir vakit. O balkıyan intihar desteleri arasında gazetelerin, radyoların ve Korelerin sessizliğiyle sınanırdı bir de Türkiye. Fakat yine de bilirdim, duru bir pembenin en rahat hâliydi bu sendeki… Sendeki bu duru yasemen saksılarıyla, bana bir şiirden mısralar söyletirdin de, kalbimiz Türkiye kadar bir notayla çarpardı. O vakit, gün tene sokulduğunda esriyen o ruh gölgelerine kaçmış marsık, yüzünde ıstıraplanırdı tel tel, görürdüm. Yani yüzün işte, bir orman buğusu, yatırları ansıtan, karanlık yeşiliyle bir muğlak tanı gibi. Bir yankısı derin felsefe yüzün… Mânâya tahmin, ifrata turkuaz mavisi bir karmaşık Van Gogh yüzün üstelik! Biliyorum, şimdi zihnim, kelebekleşen fotoğraflarla çalgısını sustururken geçmiş günlerin, bir gitarla ulu orta yasaklanabilir anılar büsbütün. Çünkü çiçekli takvimlerle saatli maarif arası, bilmem ki bir İstanbul çeker mi fesleğenle o yitik yaz? Bir yankısı derinleşen kavruk keder işte yüzün, ki adalardan bir vapur telaşıyla yüklenir yüzüme!
 
II.
Orada, o yangın zamanlarından arta kalan bir avuç kül içinde, yani örselediğinde tarihin kesik kolları ikimizi, bize benzeyen bir fotoğrafta işte, pek mütebessim çehreler buldum çok zaman sonra. Arta kalan bir avuç kül içinde, çok zaman sonraydı ki ben, kanatlarımda dünya yorgunu bir yaşamakla paslanmış sevinçlerle hatırladım sevgimizi. Saçlarımda on yedi yaşımın merakıyla hepten dalanmış sevgiler, kalbimde dünya ağrısından kanaviçe dokulu bahanelerle adımlardım yıldızları. Koynumda sloganlarla büyüyen gençlik dergileri, sahte yatırlar, teoriler yani, kurtuluşa dair… Liseli bir oğlan kadar sivilceli ve yırtlaz duygularla sırımlaşan bedenimde üstelik, kitaplarla olgunlaşan bir filozof bakışıyla tutkuluydum aynalara bir de. Vaktim yoktu çünkü vakit, sevgilerde telaşlanan bir fotoğraf, yahut bir mektup beklentisiydi o bir avuç kül içinde yazıklanırken günler... Mevsimlerle telaşlı ve geçip giden yazların hazzıyla arzulu, bulanık bir yankı içinde aşkla çoğalırdı her şey. İki bahar sürgünü içimizde, uzun iki belikle çevrelenmiş, aydınlık bir gülüşün razılığına sığınan o toy bakışlı sesimle üstelik, durlanmış cümleler eşliğinde ürkek, salgınları anımsatan şiirler yazardım; dedim ya gençtim işte. Yani korkarak geçerdim kitapların korsan taraflarından, sevişmek kelimesinde soluklanan ruhum, gecekondularda en çok, abilerine mektup yakalatan kızların korkusuyla titrerdi bir de.
 
Orada, o yangın zamanlarından arta kalan bir avuç kül içinde, kanadı kırık bir genç canıyla üstelik, ölmek düşerdi aklıma sevmekle palazlanırken ruhum. Esnaf kokulu zamanlar içinde biz, iki kırgın ikindiyle başımız önümüzde, koltuğumuzda kitaplar, çay bahçelerinde solarken o bungun yapraklar içinde, geçip giden baharları hatırlardık. Bilirdik sevmek, sinema salonlarında lükse karışan Ayhan Işık ve Belgin Doruk kıskançlığıydı bizleyin. Alışmak bir de, tez elden alınmış bir tutam papatyaya bağışlanan akşam kurusuydu. Nisan nazla geçer, bahar aşkla koşturur, mevsim derslere ayarlı sarışın bir ergen sıkıntısıyla çökerdi içimize. Devrim şarkılarıyla büyüyen o kalabalık içinde biz, yasaklı kitapların daktiloya çekilmiş sloganlarıyla yürürdük kol kola! Şarkılarla aydınlanan bir gençlik armonisi içinde, armonikasında yani bir devrimcinin, duvarlarda solmuş renkleriyle faşizm, baharı kuşatırdı her adımda. Ben, kitapların yazdığı o işçiler arasında, vardiya aralarında fabrikaların, aynı türküye katık ederdim ağzımı. Çünkü, iki bahar sürgünü içimizde, uzun iki belikle çevrelenmiş, aydınlık bir gülüşün razılığına sığınan o toy bakışlı sesimle üstelik, durlanmış cümleler eşliğinde ürkek türküler söylerdim, kalbim aşkla çarpardı sonra. Zaman, mevsimlere ayarlı sevgi ırmağında işte, yılgın törenleriyle biten her aşkın, ölgün yasını tutmakla geçerdi. Sonra, birkaç el silah sesiyle uyandık ve roman bitti!
 
Reşit Güngör KALKAN