DENEMELER
DENEMELER
avatar
25 Mart, 2021
952 gösterim

HER RAMAZAN BAHARLA GELİR / Emre KOÇ

“Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil” demişler. Zamanın dişlisini tutup insanı biraz olsun yavaşlatarak onu düşünmeye ve iç dünyasına dönmeye sevk eden muayyenlikler vardır. Bazen yol acı bir trafik kazasını hatırlatır. Sevgilinin çimen yeşili gözlerinde kıpırdayan kısık, mahrem ve emanet bakışları hâkezâ… Bahar evrensel umudun timsalidir mesela. Aya, güneşe ve yıldıza medeniyetin bakiyesi yüklenmiştir.

Madeni eşya binlerce yıl toprağın altında kalsa da gün yüzüne çıkarken geçmişin izlerini etrafına saçar. Kimine göre inanç, kalbin sırça sarayında kurulu gönül yurduna soyutlanmak iken kimine göre ise inkâr, inanç adına yaşamı talan yerine çeviren keşmekeşliğe umutsuzca bir başkaldırıdır. Muayyenlik arayışı varlıkla kurulu ilişkinin değişmeyen yordamıdır. Bütün göstergeler maddi dünyanın ötesini gösteriyorken, kişioğlu da bilinmeyeni merak edinir kendine. Zira muayyenlik, varlığın ve anlamın tek çaresidir.

Dünyada bu kadar yozlaşma varken adalet, merhamet, diğerkâmlık ve duygudaşlık şeklinde uzadıya giden evrensel değerler nasıl kökleşebilir? Şiddetin ve sayısız kötülüğün dallanıp budaklandığı dünyada günde beş vakit secdeye yüz sürüp dua etmenin çaresi nedir? Veyahut günlerce aç ve susuz kalarak insana arındığını düşündüren şey nedir? Ekmek aslanın ağzındayken bin bir emekle çalışıp kazandığını bir başkasına hibe etmede nükseden alicenaplığın izahı nedir? Herkes yaşamın akışına dalıp giderken birkaç kişinin durup düşünmesi, dertlenmesi ve gidişatı iyi yönünde değiştirmeye çalışması nicedir veya beyhude midir? Hızır’ı Musa’ya yoldaş eyleyen sırra erebilmenin imkânı nedir? Hati ile metu arasında deveran eden sayısız soruya cevap ararken koca bir medeniyet tecrübesi inşa etmiştir insanoğlu. Madde ve mana arasında kurulu sır köprüsünden güvenli bir şekilde geçebilmenin yolunu aramıştır.

Kavrulmuş kumların üzerine basa basa yürüyüp Baki Mezarlığı’na vardığında göğe gözyaşı çiçeği gibi açan yalvaç kula bakar olmuştur. “Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız!” dediğinde dağlar yürümüş, gök çatırdamış, alabildiğine parıldayan kandiller güneşi kıskandırmıştır. “…benim bildiğimi siz bilseydiniz…”, “…az güler çok ağlardı…” Çıngırak sesini andıran keskince bir ses duyuyor. Ses uğultuyu kararlı bir şekilde yarıp idrakine karışırken alnında soğuk ve boncuk boncuk biriken teri hissediyor. Geçen her saniye sevgiliye kavuşmanın özlemiyle yanıp tutuşurken, geçen her yıl cennet köşkünden yayılan misk kokusunu daha yakından duyumsuyor. Dünyaya temkin, ötesine telaş düşüyor.

Muayyenlikler vardır, adını dahi duymadığımız iklimlerden müjde getirir bize. Mevsimlerden bahardır. Toprak, bostana bağrını açar. Yediden sonsuza başak saçar. Kozayı kırıp fıtrat olma vakti gelmiştir. Taş ve beton yığını her yeri esaret altına alsa da müzmin çiçek “ol”ca açar. Türlü badirelerin ağır yükü tarihe acıyla kazınsa da bahar her gelişinde hayatı, umudu ve tebessümü hatırlatır. Karda delen, baharda gelendir yaşamak. Dağları, göğü, denizi ve ufka dair her şeyi hilkatin insicâmına iliklerken mevsimlerden bahar yazgıya yâr olmuştur. Bahar umutla yoldaş olunca karanlık gemiler mâsivanın rıhtımından birer birer demir almıştır. Şeytan yedinci kat semada kanat kırıp dünyaya yılgınca bakmıştır. Zulümler, nefretler ve ayrılıklar iyiliğe, sevgiye ve vuslata gıptayla bakmıştır.

Akşamın alacası şehrin üzerine usulca çöküyor. Cirane yönünden esen yeli Mescid’in sokağında oyun oynayan çocuklar karşılıyor. Neredeyse baharın son günleri... Ardı sıra gelen yaz aylarının sıcaklığı çölün iştahını kabartıyor. Peygamber’in, Yahudi çocuğun başını okşadığı yerde Hazrecli çiftçi sırtındaki yükü yere koyup soluklanıyor. Günün son demleri… Mescid kalabalık. Son gazvenin akabinde dul kalan kadınlar ve çocukları için kamu desteği üzerine konuşuluyor. Tenzil makamındayım. Hicrette devenin çöktüğü yere yaklaşırken iki yetim çocuk beni fark edince ürkek bakışlarla kaçışıyorlar. Bu kum, bu sokaklar, evler… Her şeyin kök salıp neşvünema bulduğu yerdeyim. Doğduğumda kulağıma okunan ezanı duyar gibiyim. Suffe’nin çatısındaki hurma dalları savruldukça, yelin şiddetini artırdığını fark ediyorum. Sanki birazdan Peygamber’e vahiy gelecek. Dışarıda şaşkın şaşkın etrafına bakınan yabancının pıtırtısını duymayacaklar. Öyle bir sükût ki kalp atışları, nefes alıp verişler, pür dikkat ve teyakkuz hali gözyaşına, sevince ve itminana hazırlanırken varlığı örtüsüyle bürüyor. Cesaret edebilir miyim, bilmiyorum. Mescidin kapısından içeri girip bir köşeye diz kırmak, ortamın lahutiliğini teneffüs etmek, dahası onu görmek… Anladığında çok uzaklardan geldiğimi, sustuğunda; müşfik bakışlarıyla şu fakire bakarken çehresinde narin tebessümü ayan olduğunda, başımı kaldırıp bakabilir miyim, bilmiyorum. Bir yandan film şeridi gibi gözlerimin önünden geçen hayatımı anımsarken, başımdan aşağı dökülen kaynar sulara elem duyacak halde bile değilim. Benliğim; gurur dağını un ufak edip seraba çeviren iklimdeyim. Şimdi ellerim daha çok titriyor. Bakışlarım hülyalara tutsak. Az biraz mecalim varsa o da huzurda karşılık buluyor. Bütün bunları temaşa ederken karanlık etrafı iyice kaplıyor. Hilalin gölgesi düşüyor yere. Beklenen bahar kavurucu yaz sıcağını kuşatıyor. On bir ay sonra badiyede hayvanlar semiriyor. Hurma bahçelerinde cümbüş var. Taif’in gölgeliklerinde şükür namazı kılıyorlar. Medine oluyor her yer. Herkes, boncuk boncuk teri şakaklarında unutuyor.

Ramazan… Mevsimin güze döndüğü zamandayız. Taşı toprağa, toprağı toza karıştıran rüzgârlar esiyor. Sonra ılık bir yağmur yağıyor bulutların kaderinden. Toprak ferahlıyor. Tozdan eser kalmıyor. Öyle bir yağmur ki bu; yağdığında toprak çamura bulanmaz, insana ziyan vermez, mevsimi iklime küstürmez. Yeryüzüne yaşam tane tane düşer; dirlik olur, düzen olur, huzur olur; iyilik ve güzellik sübut bulur. Nasıl ki yağmur yeryüzünü ince eleyip yıkar; Ramazan da imanla yanıp tutuşan kalpleri günahlardan yıkayıp tertemiz eyler. Bırakın, rahmet olup yaşantınıza yağsın Ramazan. Tüm muayyenliğiyle bîçâreye çâre, imkânsıza imkân, bilinmeyene rehber olsun. Sokağa çık. Kollarını aç. Yüzünü semaya çevir. Rahmeti, secdede aydınlanan çehrenle karşıla. Benliğinden arınıyorsun. Putların yıkılıyor. Prangaları esaretin ruhuna haykırarak kırıyorsun. Kâinat seninle. İnananlar seninle. Her şeyi sevk ve idare eden kemâl-i kudret seninle. Vakit hangi mevsime dönerse dönsün, bahar Ramazan’la geliyor.

Ramad… Güneş huzmelerini adeta yeryüzüne saçıyor. Kavruk sıcağın şiddetiyle taşlar ısınıyor. Kızgın taşların üzerinde canlar hâr olup suya kanıyor. Ramdâ… “Dünyada bir garip ve bir yolcu gibi ol!” Yolu kızgın taşların uğrağına düşen yolcuyu bilir misin? Yalın ayak irkilip telaşla ukbâya yürüyen yol oğlunu? Bir garip sevdaya kapılmış, uçsuz bucaksız uğrakları aşıp âteş-i aşk’ın nârına düşmüştür. İbrahîmî gülşen yolunda yorgun ve bîtâb düşmüştür. Öyle ya! Müstekârda yanan Nemrut ateşi, Halîl’i görünce gül bahçesine dönmüştür. Nefse hoş geleni, keyfe kederi, azı emeli hevâ meylinden tuttun. Açlık ve susuzlukla için için yandın da yandın. Günahtan tevbe oldu orucun. Rızaya râm oldu kulluğun. Arındın. Pir ü pâk oldun. Taş kaynatan, ayak yakan, dimağ kurutan ateşin içinde hakikat yolunu buldun. “Her zorluğun ardı sıra bir kolaylık vardır.”

Ramadu nasla ramdan… Süvariler yağız atlarını çölün kayıp ufkuna cesurca sürerler. Heybelerinde ateşi yeni soğumuş kılıçları, kıldan keskin temrinleriyle okları taşırlar. Mengenede sıkışan demir, usta demircinin elinde adalet temrinine dönüşür. Bu temrinler zulümle harap olmuş beldelerin agorasına isabet eder. Agorada her biri birer ibret izi bırakır. Medyen’i, Ress’si ve İsrailoğulları’nı hatırlatır. İki yalabık arasına nefsini sıkıştırıp inceltirken zamanın yüksek burçlarını aşıp tarihe namzet olur insanoğlu. Ramazan’la iradesini terbiye eder. Nefsine incelik kazandırır. Ruhunu rahmetin tabiatına muvafık kılar.

Yağmurla arın! Ateşle yak! Temrin gibi incel! Yolun, ömrün ve kadrin kıymetini bil!

“Elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır.” Duha 93/4

Emre KOÇ