DENEMELER
DENEMELER
avatar
07 Kasım, 2021
802 gösterim

İSLAM KÜLTÜRÜNDE ŞİİRİN TEOLOJİK SERENCAMI-2 / Emre KOÇ

Cahiliyye döneminde yazılan şiirler hakkında yapılan araştırmalar aidiyet, mevsukiyet ve intihal iddiaları etrafında gelişen tartışmaları incelemekte; cahiliyye Arap şiirinde dini motifler, şairlerin Putperestlik, Haniflik, Yahudilik ve Hıristiyanlık inançlarını şiirlerinde nasıl işledikleri şeklinde derinleşmektedir. Şairlerin belli bir inanca mensup olup olmaması, inançlarını şiire yansıtıp yansıtmadıkları, dahası şiir ve din arasında şiir-etik-teoloji formuyla bağ kurup kurmadıkları cahiliyye dönemi şiirini nitelendirme açısından önemli olmakla beraber İslami döneme geçişte şiirin kazandığı yeni form ve içeriğe intikali hakkında ortaya atılan spekülatif iddialar konunun incelenme çerçevesini genişletmektedir. Cahiliyye şiiri kapsamında yer alan şiirlerin İslami dönemde yazıldığı, dolayısıyla cahiliyye şiiri şeklinde bir isimlendirmenin meşruiyet değeri taşımadığı yönündeki iddia, konuyla ilgili değerlendirmeyi çok farklı bir mecraya sürüklemektedir. Daha önce yaşamış bazı Peygamberlere atfedilen şiirlerin uydurma olduğu şeklindeki değerlendirmeyi anımsatan bu yaklaşım müsteşriklerin ve modern dönem Müslüman düşünürlerin gündemini bir hayli meşgul etmiştir. Kanaatimce cahiliyye şiiri hakkında ortaya atılan bu iddialar spekülatif olup şiirlerde işlenen temaları dil, düşünce ve tarih bütünlüğünde değerlendirme kriterini göz ardı etmektedir.

Cahiliyye şiirinde Allah adına yemin, Allah adıyla beddua, Kâbe adına yemin, Rabb, Rahman, Tevhit, Cennet, Cehennem, Ahiret Azabı, Allah Takvası, Kafirler, İlah, Arş, Ahiret, Hesap, Ceza-Mükafat, Sevap-Amel, Amel Defteri, Hanif Dini şeklindeki motiflerin işlenmesiyle aynı motiflerin İslam kültüründe yer alması arasında dil ve kültür intikali açısından herhangi bir tenakuz bulunmamaktadır. Bu motiflerin iki farklı dönemde özdeş, benzer ve yakın anlamlarıyla kullanılması İslami teolojinin kutsallığıyla çatışmamaktadır. Örneğin cahiliyye döneminde yaşamış şairlerin Rabb kavramına yükledikleri anlamlar kendi içinde bile çeşitlilik arz eder. Hanif bir şairin Rabb kavramına yüklediği anlam ile putperest bir şairin yüklediği anlam arasında elbette fark olacaktır. Yahut bir şairin, Ehl-i Kitab’a mensup olmamasına rağmen Yahudi ve Hıristiyanlık inancıyla ilgili motifleri kullanabilmesi imkan dahilindedir. Cahiliyye şiiri isimlendirmesi etrafında gelişen anlam örgüsünden hareketle İslamiyet’ten önce yazılan şiirlerin tarihsel gerçekliği hakkında bir çıkarımda bulunmak zorlama bir yorumdur. Kültürün kurucu unsurları arasında elbette din vardır fakat burada din diğer unsurlara nazaran motor görevi görse bile tarih ve toplum gerçekliği içinde yatay hareketliliğe dil, düşünce ve dış dünya formasyonundan bağımsız ve indirgemeci şekilde kodlarını dizayn etmez. Dahası bazı müsteşriklerin bu konudaki olumsuz yaklaşımı, Arab’ın anlayacağı dilden konuşan İslam’ın şiire bakışıyla da çatışır. Konu, müsteşriklerin iddia ettikleri gibi sadece mevsukiyetten ibaret değildir ki cahiliyye döneminde yazılan şiirleri yok saymaya veya erken İslami döneme kotarmaya çalışılsın. Kaldı ki şiir sadece inanç kodlarını taşımaz; beşeri ilişkileri, gündelik duygu ve düşünceleri de taşır. Yine şiir için illaki bir benzetme yapacak olursak, şiir Arap tarihinin sadece bir lokomotifi değildir. Arab’ın yaşamının kendisidir. Sesidir. Hem de tarihi ve coğrafi şartları itibariyle en gür sesi.

Cahiliyye Şiirinde Teolojinin İzleri

Bir önceki yazıda cahiliyye şiirinde yer alan bazı dini motifleri içeren şiirleri incelemeye başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Rabb

Tarafe b. el-Abd (ö.560) der ki:’’Eğer Rabbim dileseydi ben de Kays b.Halid olurdum/Eğer Rabbim dileseydi ben de Amr b.Mersed olurdum.’’

Adiyy b. Zeyd el-İbâdi (ö.590) ise, ‘’Mekke’nin ve Haçın Rabbine yemin olsun ki/Düşmanlar aleyhimde hiçbir kötülüğe aldırmaksızın çalışıyorlar.’’

Züheyr b.Ebî Sulmâ (ö.609/610), ‘’Hiçbir varlığı kalıcı ve sonsuz görmüyorum/Sadece yüksek dağlar, gök, toprak/Ve Rabbimiz kalıcıdır/Bir de sayılı günlerimiz ve geceler kalıcıdır.’’[1]

Bazı araştırmacılar Tarafe’nin Hıristiyan olduğunu iddia etmektedirler. Fakat kaynaklarda Hıristiyanlığa mı yoksa putperestliğe mi mensup olduğu hakkında net bir bilgi yoktur.[2] Bununla birlikte şiirlerinde işlediği temalarda da inancıyla alakalı bir gösterge bulunmamaktadır. Adiyy b. Zeyd el-İbâdi (ö.590) ise Hire’de topluca Hıristiyanlığa geçmiş olan İbâdilerin Hıristiyan şairi olarak kabul edilmektedir.[3] Züheyr b.Ebî Sulmâ hakkında da kimi müellifler atalarının dinini terk etmediğini, kimi araştırmacılar da şiirlerinde tevhit ve ahiret anlayışını işlemesine rağmen hanifliğinin tartışmalı olduğunu ifade etmişlerdir.[4]

Şiirlerinde Rabb kavramına yer veren bu üç şairin Allah inancına sahip olduğu görülmekle birlikte Rabb kavramını ‘’evreni yaratan ve yöneten (İlahi Rab/Kyrios/kral), hakimiyetinde dengi ve benzeri olmayan ve lütfettiği nimetler vasıtasıyla yaratılmışların halini düzeltip geliştiren (terbiye eden)’’ manalarında kullandıkları anlaşılmaktadır. Tarafe’nin şiirinde Rabb kavramının İlahi Rab; İslamiyet’te Allah’ın İrade sıfatına, Adiyy b.Zeyd’in şiirinde Kyrios; Yüce Allah’ın el-Melik sıfatına, Züheyr’in şiirinde ise Allah’ın Beka sıfatına benzer şekilde kullanıldığını düşünüyoruz. Tema açısından yemin, hiciv ve övgü ön plana çıkmaktadır. Daha önceki yazıda aktardığımız üzere cahiliyye döneminde var olan inanç çeşitliliği dönemin sosyal ve siyasal parçalanmışlığının kültürel uzantısı olarak düşünsel ve ruhsal tutarsızlığı şeklinde yorumlanmaktadır. Bazı araştırmacılar da bu çeşitliliği inanç özgürlüğünün bir sonucu olarak değerlendirmektedir. Yukarıda aktardığımız şiirlerin semantiği, üç şairin düşünce dünyasında inancın teosentrik biçimde şiirle iç içe geçtiğini göstermektedir. Dönemin şartları bakımından aristokrasinin siyasal düzlemde kaldıraç olarak kullandığı putperestliğin hakim olduğu üst kültürde teistik vurguları muhtevi şiirlerin yazılması, toplumsal statüde Hıristiyanlığın kabulüne dayanarak kamuoyunda dini inancın edebiyat anlayışına yansıdığını gösteriyor. Züheyr’in şiirinde tabiat imgeleriyle Rabb imgesini Beka sıfatı bakımından eşit düzlemde kullanması ilkel inanışları çağrıştırsa da hakkında ekseriyetle hanif olduğu yönünde verilen bilgilerden hareketle bilinmeyen bir şeyi bilinene kıyas yaparak edebi bir dil kurduğu görülmektedir.

Evs b.Hacer (ö.620) Allah’a daha yüce bir rol biçerek inancını ifade ettiği bir beyitinde şöyle demektedir:’’Lât’a, ‘Uzzây’a ve onlara ibadet edenlere ant içerim, Allah’a da; çünkü Allah, onlardan daha yücedir.’’

Cahiliyye Arapları’nın Hac ve Umre esnasında Allah’ı, Kabe’yi ve putları yüceltirken topluca şu cümleyi söyledikleri rivayet edilmektedir:’’Buyur Allah’ım! Buyur! Buyur, senin ortağın yoktur. Bir ortağın varsa o da sana aittir; sen ona ve onun sahip olduğuna da maliksin.’’[5] İslam’ın Hac geleneğinde de Telbiye olarak bilinen duanın cahiliyye dönemindeki sürümü belki de burada vereceğimiz kilit örneklerden biridir.

Bilindiği üzere cahiliyye döneminde putperestlik yaygındı. İnsanlar putlara tapar, onları Allah’la aralarında birer aracı olarak değerlendirirler, kendileri için şefaatçi olmalarını ümit ederlerdi. Putperest inanca sahip şairlerin şiirlerine yansıyan put isimleri onların ilah anlayışını gösteren birer delildir. Araplar’ın inandığı Allah, Mircea Eliade’nin ifadesiyle bir çeşit deus otiesus’tu. Yani evreni yaratan, düzenleyen, rızıklandıran ve sonra aşkınlığından dolayı evrenle ve insanla ilişkileri daha alt düzeydeki aracı varlıklara devreden bir güçtü.[6] Eski Arap panteonunda yer alan tanrısal varlıklara yaşamla ereği bulunan işlevler yüklenirdi. Örneğin Lât, Menât ve Uzza ‘’Allah’ın kızları’’ olarak isimlendirilirdi. Uzza, Eski Ortadoğu’nun İştar-Venüs kültüne benzeri isimlerle yer verilen verimlilik tanrıçasının Hicaz bölgesindeki karşılığıydı. Arap panteonundaki en eski tanrısal varlık olduğu düşünülen Menat’ın kaza ve kadere hükmeden yüce güç olduğuna inanılırken Hubel ise savaş ve yağmur tanrısı olarak kabul edilirdi. Putlar da bu tanrısal güçlerin odaklandığı objeler olarak kabul edilmekteydi. Kaynaklar obje-güç arası ilişki üzerine kurulu putperestliğin daha erken dönemlerde Kuzey Arabistan, Suriye ve Filistin bölgesinde yaşayan Batı Sami halklarında var olduğunu kaydetmektedir. Bununla birlikte Eski Ortadoğu dinsel geleneğinde varlığı bilinen tanrılaştırılmış gök cisimlerinin Araplarca benimsendiği de bilgiler arasında yer almaktadır.[7]

Kureyş Kabilesi’nin Kâbe’yi tavaf ederken şu cümleyi tekrar ettiği söylenir:’’Lat, Uzzâ ve üçüncüleri Menât’a yemin ederiz; onlar yüce turnalardır, onların şefaatine elbette ümit bağlanabilir.’’[8] Putperestlikte her ne kadar Allah inancına daha yüksek bir düzey verilse de ilahi otoritenin/krallığın/yüceliğin putlara taksim edilmesi semavi din geleneği açısından inanç krizi şeklinde kabul edilir. İslami teolojide şefaat hakkında ortaya çıkan tartışmaların odak noktası yine burasıdır. Genellikle deliller, Kur’an-ı Kerim’de tevhit, nübüvvet ve mead şeklindeki temel konuların kurgusu dışında, istidlal ve isimlendirme problemini merkeze alan bir bakışla ele alınmaktadır. Oysaki İslami teoloji, cahiliyye inanç motiflerini kusurlarından arındırarak tevhit ve ahiret anlayışına uygun şekilde yeniden içeriklendirmiştir. Şefaat kavramı da bunlardan biridir. Şefaatin olmadığı yönünde mesaj veren ayetlerde cahiliyye dönemindeki şefaat anlayışını ret var. Şefaatin varlığına işaret eden delillerde ise şefaat artık müminleri motive edici bir işlev kazanmıştır. Yani şefaat yok derken, şefaate aracı kılınan putlara yüklenen ilahi imtiyaz reddedilmekte iken İslami dönemde kimden ve nasıl yardım istemek gerektiği tevhit ve ahiret anlayışıyla netliğe kavuşmuştur. Putperestliğin menasiklerinde put isimlerinin terennüm edilmesi, onlara dua ve yemin edilmesi temelinde gelişen kamuoyu sosyal hayatta edebiyat ve sanat yoluyla da Arab’ın yaşamına yerleşmeye devam etmiştir. Cahiliyye şiirine açıkça yansımamasına rağmen putlara tapınma, yardım isteme, şefaat umma gibi yaklaşımlar Rabb sıfatını putlar için de kullandıklarını gösteriyor.

Ahiret, Hesap, Ceza, Sevap, Amel Defteri, Cehennem

Nabiğa ez-Zubyânî (c.604) bir beyitinde şöyle der:’’Ben sana hiçbir zaman hıyanet etmem/Çünkü Allah amellerin karşılığını verecektir.’’

Hatim et-Tâî (ö.605):’’Ömrüm ne kadar uzun olursa olsun bir gün öleceğim/Varacağım yer de bir karanlık çukur olacaktır/Yaptığım işlerin hesabı sorulacaktır/Herkesin zarar verdiği malı ödemekle yükümlü olduğu gibi.’’[9]

Ölümün gerçekliği, cennet-cehennem, hesap, ceza ve amellerin karşılığı… İslam’ın ahiret anlayışında yer alan kilit kavramları cahiliyye şiirinde de görmekteyiz. Hatim et-Tâî, Allah’ın gaybı bildiğine ve çürümüş kemikleri tekrar diriltme gücüne sahip olduğuna inandığını ifade ettiği bir beyitinde şöyle demektedir:’’O çürümüş bembeyaz olmuş kemikleri diriltecektir. Gaybı Ondan başka kim bilir ki?’’[10] Kur’an-ı Kerim’de:’’Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve ‘’şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş!’’ diyor. De ki:’’Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir’’[11] geçen bu iki ayette ‘’çürümüş kemik’’ motifinin yer alması şüphesiz ki rastlantı değildir. Kaynaklar, ayetin nüzulüne sebep olan olayın, Resulullah ve Übey b.Halef arasında geçtiğini teyit ederek aktarmaktadırlar. Hatim’in, büyüdüğü Tay kabilesi Hıristiyan olmasına rağmen atalarının dinine sadık kaldığı belirtilmektedir.[12] İki ihtimalde de Ehl-i Kitab kültürüne vakıf olduğunu düşünerek beyitlerinde işlediği motifler ile İslami teolojinin ortaya koyduğu ahiret anlayışı arasında benzerlik olduğunu ifade edebiliriz. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Hatim’in kızı Seffane’ye:’’Senin baban İslam’ın telkin ettiği faziletlerle süslü bir adamdı’’[13] demesi; Hatim’in şiirlerini hikemiyyât türünde yazması; şiirlerinde dini motifleri ustaca kullanması şiir-etik-din ekseninde bir edebi anlayış geliştirdiğini göstermektedir.

Kus b.Sâide (ö.600)’nin şiirlerinden bir kesite bakalım:’’Ölüm habercisi! Ölüler mezarlarında/Üzerlerinde parça parça ipek kalıntıları/Burak onları nasılsa bir gün çağırılacaklar/Uykularından uyandıklarında dağılacaklar/Sonunda yeni bir şekle girecekler/Yeni bir yaratılış, aynen ilk yaratılış gibi/Bir kısmı çıplak, bir kısmı giyinik/Bir kısmının elbisesi yeni, bir kısmının da eskimiş olarak.’’[14] Kus hanif şairler zümresindendir. Yaşadığı dönem itibariyle şiirlerinde işlediği dini motifleri muhtevi bu kesitin, İslam’ın ahiret temasıyla ne kadar benzerlik gösterdiği gayet açıktır.

Hanif şairler arasında popüler olan Ümeyye b.Ebî Salt (624)’ın şiirlerinde ise dini motifler çok daha güçlü vurgularla karşımıza çıkmaktadır:’’Şükür Allah’a, hiçbir ortağı olmayan/Varlıklara bir kader tayin eden/Samimiyetle, şükürler ona yönelenlerin içinde/Yüzüm, bedenim hepsi ona boyun eğerler.’’[15]

Cahiliyye döneminde dip dalgası olarak varlığını sürdüren Haniflikle ilgili çeşitli görüşler vardır. Öncelikle Haniflik bir din değil, Hz. İbrahim’in getirmiş olduğu dine bağlılığı ifade eden bir inançtı. Allah’a ve ahirete iman eden, putlara tapmayı reddeden, yaşadığı toplumda inancını bireysel olarak yaşamayı tercih eden kimselere Hanif denirdi. El-Bustâni ve Şevkî Dayf’a göre ‘’Haniflik, Yahudilik ve Hıristiyanlığın karışımı olup çoğu şair olan hanifler topluluğu da, bu iki dinin putperestlerdeki etkileri sonucunda ortaya çıkmıştır.’’[16] İslamiyet gelmeden önce putperestliğin hakim olduğu Hicaz coğrafyasında semavi din geleneği haniflik inancıyla varlığını ortaya koymuştur. Diğer bir kayda değer husus, entelektüel düzeyde varlığını sürdüren haniflikte Yahudi ve Hıristiyanlığın kurucu kültür formlarından ziyade İslam’ın tevhit, nübüvvet ve ahiret inancıyla kesişen müşterek formlar daha çok belirgindi. Bunun sebebi belki de hanifliğin, Yahudilik ve Hıristiyanlığın ana mezhebi akımlarına uzak bir bölgede ortaya çıkmasından ötürü, putperestliğin panteizmiyle karşılaşması nedenine bağlı olarak kapalı kültür havzasının tabiatı gereği genele göre ayrıksı bir yapı ve görünüm arz etmesi olabilir.

Burada çok az bir kısmını aktardığımız, Arap Divanları’nda yer alan sayısız şiirde işlenen dini motiflerin cahiliyye şiirine hangi saiklerle yansıdığı hakkında düşündürücü sorular ortaya çıkacaktır. Madem ki İslami teolojide yer alan bir çok dini motif ve kavram cahiliyye döneminde de yer alıyor; üstelik edebi bir dille şiirlere yansıyarak kamuoyunda kabul görüyordu, İslam’ın cahiliyye Arap toplumuna gelişiyle ne değişti? Dahası dönemi cahiliyye şeklinde isimlendirirken inanç odaklı bir tavır hangi saikler üzerine bina edildi? Böyle ardı ardına sayısız soru birbirini izleyecektir. Biz hem konuyu toparlamak hem de bu sorulara müspet bir cevap verebilmek adına konuya açıklık getirmeye çalışalım: 1. Cahiliyye her şeyden önce bir olgudur. 2. İslam’ın mücadele ettiği cahiliyye anlayışı Mekke aristokrasisinin siyasette, ticarette, sosyal hayatta ve edebiyatta kurduğu üst kültür ve dengelerin, öteden beri gelen Hanif İbrahimi monoteist din geleneğinden koparak zamanla dünyevileşmiştir. 3. Kuran’ın da tasdik ettiği İbrahimi tevhit geleneğinde var olan Allah, melek, ahiret, peygamber inancı; hesap, ceza, amel defteri, cennet-cehennem diye uzadıya giden inanç motifleri dip kültürde varlığını devam ettirmiştir. 4. İslami teoloji siyasi anlamda putperestliği reddederek cahiliyye döneminde kurucu kültürün tüm formlarını öncelikle yapı-söküme uğratmış, daha sonra da aslına tevdi ederek yeni bir dille kültürü yeniden kurmuştur. 5. Bir olgu olması hasebiyle cahiliyye her dönemde ortaya çıkabilir. Tarihsel süreçte sosyo-kültürel dengelerin değişmesi, dünyevileşmenin artması ve benzeri sebeplerden hareketle İslam’ın inanç ve kültür sistemine yönelik dini anlayış muhatap kitlenin yaşamında dezenformasyona uğrayabilir. Kavramlar ve anlamlar İslami teolojinin ön gördüğü sistem ve hedeften uzaklaşarak toplumsal hayatta işlerlik kazanabilir. Putperestlik sembolleri değişse de her dönemde ortaya çıkabilir. İslamiyet’in tevhit, nübüvvet ve mead merkezli düşünce sistemi, toplumun ve kültürün seküler bir dönüşüm geçirmesiyle maksadı ve mahiyetinden çok farklı yorumlanarak var olan itikadın yerini alabilir. İşte İslam, cahiliyye derken böyle bir olguyu ve süreci kastetmekte, cahiliyyenin putperest anlayışını reddederken inananları da uyarmaktadır. Cahiliyye dönemi şiirlerinde yer alan Rahman, Tevhid, Cennet, Cehennem, Ahiret Azabı, Allah Takvası, Kafirler, İlah, Arş Sahibi, İstiaza, Süleyman (a.s.), Ad Kavmi, Cudi Dağı, Hanif Dini, Peygamber Adları, Eski Kavimler, Mukaddes Kitaplar, Rahip ve Puta tapma şeklinde içeriklenen dini motifler burada çözümlemeye çalıştığımız mahiyeti incelerken istifade edebileceğiniz anekdotlardır.

Bir sonraki yazıda Erken ve Geç İslami Dönemde yaşamış şairlerin şiirlerini, tarihsel ve toplumsal akustiği içinde farklı bir perspektifle inceliyor olacağız.

Emre KOÇ

----------------- 


[1] Ali Bulut, Cahiliyye Şiirinde Bazı Dini Motifler, OMÜİF Dergisi, Samsun 2005, 18-19, 222-223.

[2] Esat Ayyıldız, Klasik Arap Şiirinde Emevi Dönemine Kadar Hiciv, Ankara 2020, Gece Kitaplığı, 232.

[3] Mehmet Yalar, ‘’İSAM’’ Makaleler, Din Faktörü Işığında Cahiliyye Şiirine Bir Bakış, 43.

[4] A.y.n.eser, 33.

[5] Ömer Ünal, İslam Öncesi Arap Şiirinde Bazı Dini Motifler, AÜFEFD, YIL: III, SA YI: 9, BAHAR 2003, 176.

[6] Yaşayan Dünya Dinleri, Ankara 2010, Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı, 542.

[7] A.y.n.eser, 543-544.

[8] Ünal, 176.

[9] Bulut, 226.

[10] Ünal, 179.

[11] Yasin, 36/78-79.

[12] Süleyman Tülücü, ‘’Hatim et-Tâî’’, DİA, Ankara 2002, XVI, 473.

[13] A.y.n.eser, 473.

[14] Bulut, 227.

[15] Ay.n.eser, 228.

[16] Yalar, 29.