DENEMELER
DENEMELER
avatar
20 Şubat, 2022
677 gösterim

İSLAM KÜLTÜRÜNDE ŞİİRİN TEOLOJİK SERENCAMI (3) / EMRE KOÇ

İslam’ın gelişiyle birlikte insanlığın varlık ve bilgi anlayışı arkaik temellerini merkeze alarak gelişme imkânına kavuştu. Bu gelişim, birincisi öze dönüş, ikincisi ise yenilenme olmak üzere kabaca iki boyutta tezahür etti. Tarih boyunca bütün Peygamberler insanlığı Allah’ı birlemeye, yani tevhit inancına davet ederek yaratıcının tek olduğunu, ibadet edilmeye layık olanın yalnızca Allah olduğunu, duyular aleminde özne ve nesnelere aşkınlık atfetmenin varlık hiyerarşisini bozduğunu; dolayısıyla yaşamı bütün boyutlarıyla dizayn eden inancın doğru temeller üzerine bina edildiğinde insanı ve toplumu huzura eriştireceğini açıkladılar. İçine doğduğu ortamı duyuları ve aklı ile keşfeden insanoğlu, tabiatında var olan iyilik ve kötülük meyli arasında dengeyi koruyup kâinattaki varlık seremonisine huzurla eşlik edebilmek için otokontrol sistemine her an ihtiyaç duyuyordu. Bu bakımdan inanç tek veya çift tanrılı bir mahiyet arz etmeden öncesi olarak ortaya çıkmaktaydı. Yani inancın arkaik temeli sayı veya nicelik özelliklerinden önce mekâna ilişkin yükseklik-alçaklık, uzaklık-yakınlık özelliklerine sahipti. İşte bu yapı da doğrudan duyuları ve aklı devreye sokmaktadır. Denilebilir ki insanlığın varlık ve bilgi hakkındaki ilk sorgusu neye ve nasıl inanacağı ile ilgili değil, doğrudan hissedişe/sezişe ve anlama ilişkindi. Güneş, ay, yıldız ve tabiattaki diğer yüksek nesnelere aşkınlık atfetme, ata ruhlarına tapınma, hayvan, taş ve sair cisimlere tılsım ve kutsallık yüklendiği evre ilk anlam ve enerji akışından sonraya tekabül etmektedir. Önceki yazıda Mircea Eliade’den yaptığım alıntıda da geçtiği üzere, şirk anlayışındaki çokluk izafesi yaratıcı ilahla bağ kurarken birtakım nesne ve varlıkların aracı / (yaratıcıya göre daha) düşük bir konuma tekabül etmesi anlamına gelmektedir. Özetle tevhit inancı, insandaki inanma eyleminden önceye konumlanır; insan inanmaya tekten/özden/aşkından doğal olarak başlar. Daha sonra tevhit inancını koruyabileceği gibi çokluk izafesi yaparak yanılsamaya da düşebilir. Bu sebeple hissetmenin, duymanın ve anlamanın inançla doğrudan bir ilişkisi olduğunun altını çizmemiz gerekiyor.

610 yılında, Hira Mağarası’nda, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, Cebrail (a.s.) aracılıyla gelen ilk vahiy; içinde yaşadığı sosyo-kültürel ortamın inkırazı nedeniyle derin bir hissediş, anlam ve çözüm arayışına yönelen Hz. Muhammed’e ilahi bir cevap ve inayetti. Mekke aristokrasisinin kodamanları, Hicaz’ın coğrafi, kültürel, ekonomik ve tarihi mirasını dünyevi çıkarlarını sürdürmede kaynak bileşeni kılarken çok tanrıcılığı benimseyerek, inanç istismarını üst-kültür haline getirip toplumu diledikleri gibi dizayn edecekleri bir sistem kurmuşlardı. İşte böyle bir ortamda yönünü fıtrata, anlama ve öze dönerek çözüm arayışına gidiyordu Hz. Muhammed(s.a.v.). Şüphesiz ki insanı kozmopolit, aracı ve çoklu varlık ve bilgi anlayışının hasarından kurtaracak olan da Hz. Adem’den Hz. İbrahim’e ve gününe ulaşan tevhit inancıydı. Tek bir yaratıcıya tevekkül edip fıtratı, imanı ve selâmı merkeze alan insan varlığa merhamet ve adaletle bakacaktı. Zulmün, haksızlığın ve kötülüğün yayılması önünde etten bir zırh gibi duracaktı. Yaşamın doğasını bozan her türlü tedhişi inanç, irade ve salim akılla yapı-bozuma uğratarak sabır ve sebatla varlığa anlam katacaktı. İşte Hz. Peygamber böyle duydu, hissetti, akletti ve çözüm arayışına yöneldi. Bu hissediş bütün iyilik, estetik ve tabii anlam arayışlarının merkezini teşkil ediyor, varlık ve bilgi anlayışını helogramik şekilde kavrıyor ve dışa vuruyordu. Cahiliyye Arap Toplumunun kültür üzerinde kurduğu hegemonyanın köklerine derin bir tefekkürle iniyor, tefrik ediyor, hislerini perçinliyor ve hakikat tasavvurunu güçlü bir zemin üzerine inşa ediyordu.

Sözlü kültür Cahiliyye Arabı’nın hem fildişi kulesi hem de toplumsal ve kültürel hareketi kontrol ettiği politik bir aygıttı. Şiirler, nesirler, recezler ve efsaneler Lat, Menat ve Uzza’yı ulularken şairler ve hatipler de atalar kültü üzerinde aristokrasinin bayrağını dalgalandıran uluların toplum ve siyaset anlayışını perçinliyordu. Diğer bir değişle “sanat toplum içindir” anlayışı daha politik ve işlevsel mahiyette tebarüz ediyordu. İşte böyle bir ortamda mazlumların, Haniflerin ve masumların anlam arayışı, duyuşu ve hissedişi dip dalgası şeklinde tezahür ederken tevhidin o kadim, derin sesi direniyor; dirilişi çağırıyordu. Şairlerin şeytani hakikat, varlık, melek, cin ve insan algısı artık ekrem varlık tasavvuruyla yüzleşecekti. Artık şiir; putları ululayan tekelci, çıkarcı ve çok tanrılı sesin gölgesinde kalmayacak; varlığa ilhamını veren inayetin hakkaniyetli, merhametli ve adaletli sesini gönül yurduna duyuracak, esir ruhları özgür kılacak, temrenine İslam’ın mengenesinde biçim ve mahiyet verecekti.

 

İslami Dönemde Şiirin Dönüşüm ve Gelişim Seyri:

 

İslami dönemde şiirin dönüşüm ve gelişim seyrini anlamak için öncelikle edebiyat kuramı açısından şiirin kaynaklarını, katmanlarını ve interdisipliner ilişkilerini ortaya çıkarmak önem arz ediyor. Şiirin diniliği veya lâ-diniliği hakkındaki tartışmanın keskin çizgilere odaklanması yanında, konuyla ilgili alan yazında yapılan araştırma ve incelemeler daha esnek, eklektik ve sentezci bir yaklaşım sergileyerek başarılı analizleri kaydetmiş durumda.

Alan yazında konuyu nesnel çevreninde çözümleyebilmek için kavram ve isimlendirmelerin ehemmiyetine daha önce dikkat çekmiştik. Günümüzde şiiri toptan reddeden ve şüpheyle yaklaşan iki yaklaşımda da şiire yönelik “din” bakış açısı ön plana çıkmaktadır. Bunun nedenleri olarak Müslümanların referanslarına hem olay hem de olgu boyutuyla şiirin konu olması, dini metinlerde şiir ve şairle ilgili ifadelerin bağlamı dışında yorumlanarak genellemeye uğraması zikredilebilir. Fakat şiirin, referans ortamına konu olmasıyla edebiyatın kaynaklarından biri olması arasındaki farka özellikle dikkat çekmek gerekir. Buradaki farkı dikkate aldığımızda İslami dönemde şiire ve şairlere olumlu ve olumsuz yaklaşım arasındaki farkı kavrayabilme imkânına kavuşuruz.

 

İslam’ın Kaynakları Açısından Şiir ve Şair:

 

İslam’ın kaynakları derken Kur’an ve Sünnet’i kastediyor, ayet ve hadis-i şeriflerde şiir ve şairle ilgili muhtevayı markaja alıyoruz. Aynı zamanda sünnete kaynak teşkil etmesi açısından İslam Tarihi kaynaklarında yer alan rivayetler de incelenmektedir. Ayet ve hadisler daha önce farklı araştırmalarda çokça incelendiği için istifade etmek isteyenlere dipnotta kaynak bilgileri verilecektir.1

Araştırmalara göre, şiir kelimesi Kur’an’da sadece bir yerde, şair kelimesi ise, biri çoğul olmak üzere beş yerde geçmektedir.2

“Biz ona (peygambere) şiir öğretmedik. Ona (şiir) gerekmez de. O (Kur’an) ancak bir zikir (yani, tefekkür sebebi) ve apaçık bir Kur’an’dır.” 3

Ayet-i kerime Ukbe b.Ebî Muayt ve arkadaşları hakkında inmiştir. Onlar, ‘’Kur’an bir şiirdir’’ demişlerdi.4 Kur’an-ı Kerim’de ‘’şiir’’ kelimesi sadece bu ayette geçer. Müşrikler ise Kur’an için şiir dememişler, sadece Resulullah’a şair demişlerdir. Nübüvvet döneminde Arap toplumu sadece şiir sanatıyla uğraşanlara değil aynı zamanda gaybî-ruhani âlemle irtibat kuranlara da şair diyordu. Hz.Muhammed’in peygamber olduğunu kabul etmek istemedikleri için onu şairlikle itham ediyorlardı.

“Size şeytanların kimin üzerine indiğini haber vereyim mi?5 Her effâk (yani, yalancı) günahkar üzerine inerler.6 Onlara kulak verirler ve onların (yani, şeytanların) çoğu (kahinlere ‘Yeryüzünde şunlar şunlar olacaktır’ diye haber verirken yalan söylerler.7 Şairlere de ğâviler (azgınlar) uyar.8  Görmedin mi onlar her vadide serserice gezerler (yani, onlar her bir yolda: her türlü söz ve ifade şeklini alıp kullanırlar).9 Ve gerçekten onlar yapmadıkları şeyi söylerler (yani, yalancı oldukları halde ‘Şunu şunu yaptık’ derler).10 Ancak iman edip, salih amel işleyen, Allah’ı çokça zikreden ve kendilerine zulmedildikten sonra (müşriklerden) öçlerini alanlar (yani, müşrik şairlerden öç alan Müslüman şairler) müstesnadır. Zulmedenler (yani, şirk koşanlar) yakında nasıl bir yere devrileceklerini bileceklerdir (yani, ahrette bunlar hüsran ile karşılaşacaklardır).”11

Bu ayeti kerimelerde şeytanların kimlere yaklaşıp kime yaklaşmayacağı açıkça ifade edilmekte, Hz. Peygamber’i şairlikle itham edenlerin sözde sanat iddiasıyla terennüm ettikleri sözlerinin sanatsal açıdan da beş para etmediğini yüzlerine vurarak Kur’an’ın söz değeri ve Allah Resulü’nün kıymeti yükseltilmektedir.

“Ve derler ki:’’Biz ilahlarımızı deli bir şair dolayısı ile mi terk edeceğiz? Hayır, o (yani, Muhammed (s.a.)) hakk (yani, tevhid) ile gelmiş ve (kendinden önceki) rasulleri tasdik etmiştir.”12

İki ayetin yer aldığı bağlamı dikkate aldığımızda, kelime-i tevhidi duyduklarında tepki gösteren müşrikler, tahammül sınırlarını zorlayan vahiyle ve peygamberle karşılaştıklarında bir çeşit büyüklenme kompleksine giriyor ve ‘’Biz ilahlarımızı deli bir şair dolayısı ile mi terk edeceğiz?’’ diyorlardı. Yüce Allah da Resulü’nün ne deli ne de şair olduğunu, bilakis verdiği tevhit mesajının kendinden öncekileri de tasdik ederek hakikat ifade ettiğini dile getiriyordu. Neden deli bir şair diyorlardı? Çünkü Mekke aristokrasisinin kodamanlarına kafa tutacak kadar gözü kara, cesur ve iradeli birini düşmanları, kontrol edemeyeceklerini bildikleri için ancak deli diye vasıflandırabilirdi. Şair diyorlardı? Çünkü şair sözü diye itham ettikleri söz uzun beyitlerden, recezlerden, Muallakat-ı Seb’a’dan bir bölüm değil kelime-i tevhitti. Zira o kutlu söz, semada turna uçuran putları yerle bir ediyordu.

“Dediler ki:’’Edğâsu ehlâmdır’’ (yani, Kur’an Muhammed (s.a.)’in gördüğü karmakarışık ve yalan rüyalardan ibarettir. O bize onları haber veriyor). Hayır, onu kendisi (yani, Kur’an’ı Muhammed uydurmuştur. Hayır, o (yani Muhammed) bir şairdir. (Eğer söyledikleri doğru ise) o halde öncekilerle gönderildiği gibi o da bize bir ayet getirsin’’ (yani, önceki nebilerin kavimlerine ayetlerle gönderildiği gibi o da bize böyle bir şey getirsin. Musa’ya, İsa’ya, Davud ve Süleyman’a ayetler ve hayret verici mucizeler ile risalet verildiği gibi ona da verilsin).”13

Hz. Peygamber’i şairlikle itham edenler bu kez onun getirdiği mesaja görüntüsü, duygusu ve boyutu birbirine karıştığı için tasvir edilemeyen ve hakkında vehim ve uydurma ihtimali yüksek olan rüyalar şeklinde bir yakıştırmada bulunmuşlardır. Hitabette bu kadar aşırıya kaçanlar şairler arasında bulunduğuna göre, müşrikler için şairlik ithamıyla Resulullah’ı köşeye sıkıştırmak –güya-kolay olacaktır. Fakat hesap edemedikleri gerçek her defasında onları adeta perçemlerinden yakalamaktadır. Yüce Allah onların bütün demagojilerine temelli, net ve adrese teslim yanıtlar vermektedir.

“Yoksa onlar, ‘O bir şairdir. (Bu sebeple) biz onun hakkında raybe’l-menun’u (yani, ölümün musibetlerini) bekliyoruz’ mu diyorlar?”14

Raybe’l-menun… Vahyin icazı karşısında acze düşen müşrik zümre, Peygamber’i ısrarla şairlikle itham ediyordu. Çaresizliğin verdiği duygusal şiddetle onu kararlılığında boşa çıkarmaya çalışıyor, bu uğurda her yola başvuruyordu. İş o noktaya vardı ki, Resulullah’ın genç yaşta vefat eden babasını emsal göstererek onun da ölümünü dilediler. Ruhları esir, kalpleri kara, dimağlarından akan ise kapkapara… “Ölsün de kurtulalım şu meczup şairin verdiği eziyetten(!)” diyerek hem hayıflanıyor hem de kamuoyu oluşturuyorlardı.

“O bir şair sözü değildir (çünkü Utbe ve Ebu Cehl böyle (şairdir) demişti). Ne kadar az inanıyorsunuz (yani, Kur’an’a iman etmiyorsunuz).”15

Ayetlerde görüldüğü üzere şiir ve şaire yönelik anlatımlar inanç eksenli tavra odaklanmakta, edebi bir sanat olan şiiri disipliner olarak hedef almamaktadır. Müşrikler tarafından şaire birtakım kötü vasıfların yüklenmesinin sebebi Hz. Peygamber’in mücadelesini kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak ve vahyin ilahiliğine gölge düşürmeye çalışmaktı.

 

Hz.Peygamber’in Şiire Bakışı:

 

Hadis Edebiyatı ve İslam Tarihi Kaynakları’nda geçen rivayetleri incelediğimizde, Hz. Peygamber’in edebi bir sanat olarak şiire bakışı iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi olumlu bakış ki Resulullah “hikmetli söz” diyerek İslam’ın ruhuna, mesajına, ahlaka, etiğe, iyiye ve yüksek değerlere uygun olan her sözü ve fiili olumlamış, takdir etmiş ve değer atfetmiştir. İkincisi ise olumsuz bakıştır ki Resulullah küfre, kötülüğe, ahlaksızlığa, haksızlığa ve nefsaniliğe davet eden her sözü ve fiili olumsuzlaşmış ve değersiz saymıştır. Şimdi belli başlı rivayetler üzerinden meseleyi açıklamaya ve anlama eylemini derinleştirmeye çalışalım.

Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.), “Birinizin karnının irin ile dolması, şiir ile dolmasından daha hayırlıdır” diyerek inanca, ahlaka ve olgunluğa ters düşen şiir algısına yönelik uyarıda bulunmuştur. Bununla birlikte Hz. Aişe (r.a.), Ebu Hureyre (r.a.)’nin bu hadisi naklederken tam ezberlemeden naklettiği için eksik rivayet ettiğini, esasında hadisin, “Birinizin karnının irin ile dolması, beni hicveden şiir ile dolmasından daha hayırlıdır” şeklinde olduğunu söyleyerek tashih etmiştir.16

Bir başka rivayette ise Resulullah’ın “Şeytanı yakalayın” buyurduğu, şeytan diye kastettiği kişinin ise bir şair olduğu aktarılmıştır. İbn Hacer, bu rivayette şeytanilikle vasıflandırılan şairin zararlı bir müşrik olduğunu, şiirin kendisini Allah’tan uzaklaştıracak kadar etkisi altına aldığını ve on an söylediği şiirin çirkin unsurlar taşıdığını ifade ederek rivayeti şerh etmiştir.17

Peygamber şairi olarak bilinen Abdullah b. Revaha, Umretu’l-Kaza esnasında Mekke’ye girerken şiir okumuş, bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) müdahale edince, Peygamber Efendimiz, “Bırak onu! Onun şiirleri Mekkeli kafirlere oktan daha tesirlidir.” buyurarak şiir okumasına müsaade etmiştir.18

Rivayet edildiğine göre Resulullah’ın şairlerinden biri olan Ka’b b. Malik Hz. Peygamber’e gelerek, “Şiir hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorunca Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir: “Mümin, kılıcıyla olduğu gibi diliyle de mücadele eder.” diyerek şiire müspet bir çerçeve çizmiştir.19

Hz. Peygamber, “Kesin olarak bilin ki, şiir kelam yani söz gibidir; iyisi iyi söz ve kötüsü de kötü sözdür”, “Muhakkak ki şiirde hikmet vardır” ve “Muhakkak ki sözde sihir (etkileyici manevi güç) vardır”20 diyerek şiirin sanatsal değerine, ahlaki ve etik değerler açısından fonksiyonuna dikkat çekmiştir.

Toparlayacak olursak, müşriklerin Hz. Peygamber’i şairlikle suçlaması, vahye muadil olarak şiir söylevine girişmeleri, Yüce Allah’ın bu teşebbüsleri kesin bir şekilde çürütmesi; Resulullah’ın Hassan b. Sabit, Abdullah b. Revaha ve Ka’b b. Malik gibi şairleri şiir söylemeye teşvik etmesi, sahabenin şiirle iştigal etmesine izin vermesi ve takriren onaylaması saadet asrında şiir sanatına karşı sentezci, nesnel ve işlevsel bir bakışın hakim olduğunu göstermektedir. Şiir hakkında yapılan olumsuz açıklamaların ise İslam inancını ve inanca dayalı kültürü hedef alan söylem tarzına yönelik olduğu yapılan tashih ve takrirlerde açıkça görülmektedir.

İslam’ın şiire bakışını kavrayabilmek için, vahyin nazil olduğu toplumsal vasattaki olayları, olguları, duyuşları ve eylemleri doğru bir şekilde analiz etmek gerekir. Hz. Peygamber ve sahabe canlı bir ortam içinde, duygu ve düşüncelerini güçlü bir şekilde yaşıyorlardı. Allah sevgisi, adalet ve merhamet duygusu, hakikat aşkı ve sair yüksek duyuşlar Müslümanları adeta perçinliyordu. Öteden beri duygu ve düşüncelerini sözlü kültürün etkisinde edebi sanatlarla ifade etmeye yatkın bir toplumun içinde yaşayan insanların sanatı inanç, ahlak ve değer ölçüsünde berkiterek özgün bir anlayış geliştirmeleri hem olası hem de mukadderdi. Diğer açıdan ise, putperest kültürde sözde sanat adına şirkin, ahlaksızlığın, haksızlığın ve menfaatin kıskacına sıkışmış –tabiri caizse- Arap poetikası, İslam’ın ve Müslümanların kurucu üst-kültür girişimiyle ait olduğu özgünlüğe ve hak ettiği yüksek değere ulaşıyordu. Bu vesileyle ifade etmek gerekir ki, şiir sanatının diniliği veya lâ-diniliği ile ilgili yapılan teolojik çıkarımlar bizi, Müslüman kültürde sadece şiirle ilgili değil aynı zamanda sanat tasavvuru hakkında bir sonuca götürmektedir. İslam’ın sanata bakışını dikkate aldığımızda karşımıza çıkan üst kriterler sadece şiir için değil roman, öykü, tiyatro, sinema, resim, heykel, hat, tezhib vb. gibi diğer sanat dalları için de bir panorama çizmektedir. Müslümanların medeniyet tarihinde sayısız sanat eseri vücuda gelmiş, dünya mirasına katkı sunan birçok sanatçı yetişmiştir. Dolayısıyla hat ve tezhibe yönelik tabii bakışı diğer sanat dalları da hak etmektedir. Şüphesiz ki kaynaklardaki bilgileri parçacı, mezhebi ve dönemsel bakışla eksik değerlendirmenin sonucu olarak sanata karşı gelişen olumsuz görüşler, yeniden temele inilerek meselenin hakikatiyle yüzleşmek durumundadır. Sanatı öteki, değersiz, aşağılık, bayağı, kısaca lâ-dini şekilde nitelendirerek bu yönde kamuoyu oluşturmak, Müslüman toplumlarda çeşitli sanat dallarına yatkın insanların yetenek ve tecrübelerini geliştirebilme imkânına zarar vermektedir. İslam’ın öngördüğü inançlı, ahlaklı, akıllı, iradeli, güçlü, özgün ve gelişme potansiyelini hayata geçiren insan profilini her alanda prensip edinmek gerekiyor. Temsiliyet olgusu, tabiatı itibariyle kapalı kültür yapısını kabul etmez. Bu temsiliyet; dar sınırlarda, sığ ve indirgemeci bakışla yüksek idealine ulaşamaz. Müslüman dünyanın sanat, edebiyat, felsefe, ekonomi, politika ve bilimde ait olduğu değerleri en güzel şekilde geliştirmesi, İslam’ın metafiziğini bütün tecrübe alanlarında ortaya koyma mefkûresini içselleştirmesi gerekmektedir. Tarihte bunu nasıl başardıysak bugün de pek tabii başarabiliriz. İnanç, gayret, azim ve kararlılıkla hayata anlam katabiliriz. Bunun için de aidiyet bağlarımızı güçlendirmek, ön yargılardan kurtulmak, dönüşüme ve gelişime açık olmak gerekiyor.

EMRE KOÇ

-------------

1.İsmail Hakkı Sezer, Kur’an’da Şiir ve Şair, Marife, yıl 3, sayı, 1, bahar 2003, s.7-29; Kadir Yıldırım, Hz. Peygamber ve Şiir, Diyanet İlmi Dergi –Peygamberimiz Muhammed (sav) Özel Sayı-, Ankara 2003; Necati Kanter, Vahiy Risalet ve Şiir, FÜİFD, Elazığ 1999; Nejdet Gürkan, Hz. Peygamber’in Şiir ve Şairlere Bakış Açısı, SDÜİFD, Isparta 2001; Gürkan, Dinin Estetik Değerler Üzerindeki Etkisi: İslam ve Arap Şiiri Örneği, SDÜİFD, Isparta 2005; Nurettin Tugay, Kur’an ve Şiir, DÜİFD, Diyarbakır 1999; Tugay, İslam Kültüründe Şiir, Diyanet İlmi Dergi, Ankara 2004; Selami Bakırcı, Arap Şiirinin İntikalinde Dini ve Ahlaki Değerlerin Rolü, AÜİFD, Erzurum 2003;

2.Tugay, Vahiy Risalet ve Şiir, 117.

3.Yasin 36/69.

4. Mukatil b. Süleyman, Tefsir-i Kebir, İşaret Yayınları, çev.M.Beşir Eryarsoy, İstanbul 2006, c.3, s.460-461.

5.A.y.n.eser, 232: Hz.Peygamber’i şairlikle itham edenler, ‘’Kur’an’ı Rey adındaki bir şeytan getiriyor ve Muhammed’in diline bırakıyor’’ diyorlardı.

6.A.y.n.eser, 232: Bunlardan biri, Müseylimetu’l-Kezzab, diğeri de Ka’b b. el-Eşref’tir.

7.A.y.n.eser, 233: Şeytanlar, meleklerin konuşmalarını dinlemek üzere semaya kulak kabartırlar. Çünkü Allah yeryüzündekilerle ilgili bir emir murad edecek olursa onu semadaki meleklere bildirir. Onlar da bu hususta konuşurlar. Konuştuklarına kulak kabartan şeytanlara da alevli ateşler atarlar. Bu arada hırsızlama bazı sözler öğrenmiş olan şeytanlar kahinlere (duyduklarından hareketle) ‘’Yeryüzünde şunlar şunlar olacak’’ diye haber verirler, ancak yalan söylerler.

8.A.y.n.eser, 233: Hepsi de Kureyşli olan Abdullah b. ez-Zibari es-Sehmi, Ebu Süfyan b. Abdu’l-Muttalib, Humeyre b. Ebi Vehb el-Mahzumi, Müşafi b. Abdi Menaf, Umeyr el-Cumahi, Ebu Azze –ki asıl akdı Amr b. Abdullah’tır- ve Ümeyye b. Ebi’s-Salt es-Sakafi bunlardandır. Bunlar yalan ve batıl sözler söylediler ve ‘’Biz de Muhammed (s.a.)’in söylediği gibi söyleyebiliriz’’ deyip, şiir söylediler. Kavimlerinden ğavi (azgın) bir takım kimseler de onların şiirlerini dinlemek üzere etraflarında toplandılar. Onların şiirlerini ve hicivlerini (Muhammed’i, Kur’an’ı ve İslam’ı yeren şiirlerini) rivayet ediyorlardı.

9.Yüce Allah bir önceki ayetin işaret ettiği isimleri kastetmektedir.

10.A.y.n.eser, 233: Hepsi de Ensar’dan olan Müslüman şairler, müşriklere aynı şekilde karşılık vermek için izin istediler. Abdullah b. Revaha, Hassan b. Sabit, Seleme b. Husemooğulları’ndan Ka’b b. Malik bunlardan idi. Nebi (s.a.) onlara izin verdi, onlar da müşrikleri hicvetti, Nebi (s.a.)’yi övdüler. Bunun üzerine Allah, Şairlere de, ğaviler uyar buyruğundan itibaren iki ayet daha indirdi.

11.Şu’ara 26/221-227; A.y.n.eser, 3, 232-234.

12.Saffat 37/36,37.

13.Enbiya 21/5.

14.Tur 52/30; A.y.n.eser 30-31: Ayet, Ukbe b. Ebi Muayt, el-Haris b. Kays, Ebu Cehl b. Hişam, en-Nadr b. el-Haris, Mut’am b. Adiy b. Nevfel b. Abdi Menaf hakkında inmiştir. Bunlar, ‘’Muhammed bir şairdir’’ demişlerdi. Bunlar, ‘’Muhammed’in babası Abdullah b. Abdulmuttalib genç öldü. Lat ve Uzza’dan babası gibi Muhammed’in de genç iken öldürmesini ümit ediyoruz’’ dediler.

15.Hakka 69/41.

16.Gürkan, Dinin Estetik Değerler Üzerindeki Etkisi: İslam ve Arap Şiiri Örneği, 135.

17.Yıldırım, Hz.Peygamber ve Şiir, 555.

18.Gürkan, Hz.Peygamber’in Şiire ve Şairlere Bakış Açısı, 27.

19.Tugay, İslam Kültüründe Şiir, 125.

20.A.y.n.eser, 125.