DENEMELER
DENEMELER
avatar
20 Şubat, 2022
676 gösterim

MUTLU HAYAT REÇETELERİ / KEMAL ÖZAYDIN

 

                                                                                                Âvâzeyi bu âleme Davut gibi sal

Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

 Bâki

Yaratıcı, insanlık projesini sevgi üzerine kurguladı. “O insanı alaktan yarattı” ayetindeki alak kelimesi aynı zamanda sevgi anlamına da gelmektedir. İnsan hafızasında lezzetle kalan, değerli olan, şu ömür diliminde mutlu olduğu anlardır. Hani tatlı yedikten sonra dimağda oluşan hoşluk gibi.

Mutlu bir hayatı özlemeyen, arzulamayan insanlar ancak arızalı türden insanlardır.

Geçmişin hikâyesi satırlara sığmaz. Bugüne gelirsek ve mutlu hayat açısından bir değerlendirme yaparsak; Âdemin oğullarının ne kadar süreceği belli olmayan, bildirilmeyen dünya yolculuğu, bizim idrak ettiğimiz zaman diliminde (maalesef) yaralı, gamlı, kan revan içinde devam ediyor.

Özellikle; etkileşimde olduğumuz, kendimize yakın bulduğumuz, ortak noktalarımızın olduğu, kayıtsız kalamadığımız, kalmamamız gereken bizim coğrafyamızda mutsuzluk hâkim. Oysaki ahdımız, ahd u peymânımız böyle değildi.

Elestte “belâ” demiştik ama o ahitleşme; elimizle kendimizi sıkıntıya sokmak, çıkmazlarda bocalatmak değildi.

İlahi birçok emirde, “Allah sizin için kolaylık istiyor, güçlük çekmenizi istemiyor.” (Bakara.185)

“Şüphesiz ki Allah insanlara zulmetmez, lakin insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.” (Yunus.44)

“Benim verdiğim karar asla değiştirilemez, ben kullarıma kesinlikle zulmetmem.” (Kaf.29) buyurulmaktadır.

Evet hırsımız, isteklerimiz, arzularımız, saplantılarımız aşamadığımız eşikler vardı. Bizi sürekli kendine çeken ulaşmaya çalıştığımız uzun emellerimiz, ulaşınca da daha fazlasını istediğimiz kanaatsizliklerimiz, doyumsuzluklarımız, çoğu zaman elimizle kazdığımız kuyularımız dünyaya geliş gayemizi unutturdu, gafletimizi katmerledi. Güzel düşünce ve projelerimiz kazalara uğradı. Tavana ulaşamadık, tabana da razı olmadık, tabiatıyla çırpındık, çırpındıkça yıprandık, yorulduk, usandık, kırıldık.

Sorunları sadece konuşmaya malzeme yaptık. Şikayet eder görünürken adeta kötülüklere alıştık, acıyı hissetmemeye başladık. Çözüm tarafı; kafa konforumuzu bozduğu, kendimizi eleştirmeyi, değişime kendimizden başlamayı gerektirdiği için o alana girmekten uzak durduk. Ah u vahlar, pişmanlıklar, keşkeler sardı kuşattı zihin dünyamızı, yaşadığımız alanı, evimizi, ocağımızı. Geriye dönüş de mümkün değildi.

İlâhi hitap bugün o günü anlatıyor: “Rabbimiz gördük ve işittik. Bizi geri gönder de rızana uygun işler yapalım, artık kesin olarak inandık.”(Secde.12)

Vicdan şüphesiz kendisine yüklenen misyon gereği görevini yaptı. Yanlışı kabul etmek istemedi. Rahatsız etti sahibini. Eğriye eğri, doğruya doğru demek istedi. Kılıf bulmaya çalışma dedi.

Vicdanın feryadını dindirmek, yaşanan çıkmazlara yol vermek için düşünmeye başlayınca mazeret, gerekçe, bahane arayışları…

Öyle amma aslında şöyle diye açıklama ve kılıflar getirdi tabiatımız.

“Aslında insan mazeretler ileri sürse de kendisinin ne olduğunu bilir.” (Kıyame.14-15)

Öyle ya “innennefse le emmaretün bissui”.(nefis daima kötülüğü emreder)

Bir taraf ateş bir taraf serinlik… Bir yan gam, keder, gussa; bir yan inşirah, gönül genişliği, sekine, huzur… Bir yan zulmet diğer yan nur. Genişlik de var darlık da. Çırpınma, düştüğümüz kuyudan, yanlıştan,  girdaptan, kurtulma mücadelesi bütün bir ömrün tamamı.

Hayat mücadeledir. İnanan insanlar için hem bu dünyada hem ahiret yurdunda aranan arzulanan ortam mutluluk ve sevgi alanıdır.

Bütün uğraşlar, çözümler, yol gösterme, yönlendirme, kazanmaya çalışma çabaları insanı mutlu etmek içindir. En azından öyle olmalıdır.

Mademki kader çizgisi gereği ve de teknik olarak (teknik, teknolojik diye tanımladığımız alan da ilahi kodlamalar sonucu oluşan alandır aslında ama konumuz şimdilik bu değil) yarını bilme, hükmetme, yönetme gibi bir imkanımız yok; o halde bugünü, eldeki fırsatları değerlendirmek gerekmiyor mu?

Mutlu hayat reçeteleri genel ve özel anlamda bellidir ama bizim nesil çoğu şeyi bilerek değil, kulaktan dolma,  arkadaş, çevre, komşu tavsiyesi ile (sağlık gibi önemli bir alanda bile “bu ilaç bana çok iyi geldi sende kullan” tarzı) yapıyor.

Şimdi de üzerimize yağan, sosyal olmayan medya paylaşımları ile bilgileniyoruz.(mu?) Ne kadar bir zaman dilimini kapsadığını bilmediğimiz ömür içerisinde mutlu hayata ulaşmanın metodunu, nasılını doğru anlamayınca çok çaba harcayıp az sonuç alıyoruz veya hiç alamıyoruz ya da yanlış sonuçlar ortaya çıkıyor.

Eğitim, sağlık gibi temel alanlarda, düşünce dünyamızda şablonlarımız var mahkumu ve medyunu olduğumuz. Düşünceler hayata doğrudan etki ediyor, bizi yönetiyor.

Geleneksel, çoğu zaman niyesini sorgulamadığımız, sorgulayınca bizi düşünceye sevk eden düşünmeye başlayınca da “efkâr (fikirler) bastı” diyerek yılgınlık gösterdiğimiz fikir ve uygulamalarımız var. Herc ü merc tarzı hayatımız.

Bir saatlik düşünme bin yıllık ibadetten üstündür denildi ya bunun üzerinde de çok durmadık. Niyesini sorgulamadık. Yıllardır alışmış olduğumuz birer ritüel haline gelen alışkanlık, anlayış ve uygulamalarımızı sorgulamamız gerektiğini söyleyenleri “dinlemeden” reddettik, karşı çıktık.

Acabalar geliştiriyoruz, amma ve lakin söylüyoruz. Aslında öyle ama diyoruz. Ya bende biliyorum öyle olduğunu diye biraz daha esnek hale geliyoruz. Haydi değiş, değiştir, vazgeç bu yanlış düşünce ve uygulamalardan, karar ver noktasında tıkanıyoruz.

İnsana kafa yoran her felsefe, tasavvuf öğretisi, Anadolu irfanını oluşturan önderler, şairler, yazarlar, toplumda oluşan gelenek ve örfler, atasözleri; değişik cümlelerle mutlu hayata reçeteler sunarlar. Bazen bir cümle, bir satır, bir beyit bütün bir insan hayatına mutluluk reçetesi olur. “Men arafe (kendini bilmek) sırrı Yunus’ta; ilim kendin bilmektir şeklinde dile gelir. Kendini bilmeyen kendini aşamaz. Kendini aşamayan gelişme noktasında eksik kalır, etrafına bir şey veremez. Sürekli başkalarından, uygulamalardan, kararlardan şikâyet eden ama şikâyet ettiği alanlarda hiçbir katkı yapmayan insanlar oluruz.

Kendini aşamayan insanlar toplum karşısına çıktıkları zaman ( maalesef çoğu zaman) konuyu ve çözümleri konuşmak yerine amaç olan konu, muhatabı alt etmek için araç haline geliyor. Bunları şunun için söylüyoruz. Mutlu hayat reçeteleri için konuşmak, çözüm üretmek gerekiyor. Bu konuşmalarda da kendini aşan insanlara ihtiyaç var.

İmam Şafii: “Herhangi biriyle yaptığım hiçbir ilmi tartışmada karşımdakinin hata yapmasını asla arzulamadım. Kiminle konuşup tartıştıysam hep onun başarmasını güçlü deliller getirmesini, delillerden destek almasını Yüce Allah’ın inayet ve korumasının onun üstünde olmasını istedim. Kiminle tartıştıysam, Yüce Allah’ın benim ve onun dilinden hakikati ortaya çıkarmasını önemsedim.” diyerek bizlere ne olgun bir metodoloji dersi vermektedir.

Mutlu hayat reçeteleri tek tek fertleri ilgilendirdiği gibi tabiidir ki mutlu bireylerden oluşan toplumu da yakından ilgilendirmektedir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” diyen Şeyh Edebali’nin sözünü, insanı mutlu et ki ancak mutlu insanların çokluğu devlete “ebed-müddet” verir şeklinde tefsir etmeliyiz, öyle anlamalıyız.

Bütün bir toplum gücümüzle medeniyet tasavvuru ve kimlik oluşturma zaruretimiz var. Uzun yaşayan devletlerin sırrı, bir bina gibi temellerin sağlam atılmasında ve devamında sağlam temel üzerine sağlıklı yapıların yükseltilmesindedir.

Mutlu bireyler sıcak aile yuvalarını, sıcak aile yuvaları da mutlu toplumu oluşturur, mutlu toplum da geri dönüş olarak bireylerin huzur ve güven duyacağı bir ortamı meydana getirir. Bu mükemmel sonuca ulaşmak için devlet, sivil toplum, bütün kesimlerin elbirliği, gönül birliğiyle elini taşın altına koyması, fedakârlık yapması gerekmektedir. Neticesi, sonuçları hepimize gerekli olan hedefler bütünüdür bu çalışma.

Herkes şikâyet ettiği alanda ne yaptığına, olumlu olarak ne katkı verdiğine bakmalıdır.

Kader gayrete âşıktır. Gayret bizden başarı Allah’tandır.

 KEMAL ÖZAYDIN