DENEMELER
DENEMELER
avatar
22 Mart, 2021
787 gösterim

VAZGEÇMEKTEN VAZGEÇ / AKİF EMRE İBRAHİMOĞLU

Seleften bir zat çarşıya gider. Ahaliye bakar, dünya geçimiyle hercümerç olmuş kişioğlunun ahvalini gözlemeye koyulur. Derken bir buz satıcısı takılır gözüne. Buz satıcısı maişetini kazanmak için çabalamaktadır. "Sermayesi azalan bu adama acıyın! Sermayesi eriyen bu adama acıyın!" diyerek emeğini satıp helal kazancını temin etmeye çalışmaktadır. Bunun üzerine seleften zat:"Asr suresinin anlamını, buz satıcısına bakarak daha iyi anladım" der...

Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) Abdullah b.Ömer (r.a.)'in omzuna elini koyar ve ona hitaben:"Dünyada bir garip ve bir yolcu gibi ol!" der...

Eriyip giden zamanın içinde ahirete uzanan bir yoldadır insanoğlu. Yoldadır. Dünya ile aidiyet bağı sınırlıdır. Zira yol akıp giden bir nehir gibi geçer gider. İnsan da bu nehirden geçip gider. Zaman da insan da bir akış içindedir. Varlık Hakk Teala'nın kudret elinde yaratış, oluş ve akış içindedir. Hareket insanın kaderidir; yazgıda kulun ruhuna ve ufkuna parıldayan inci, mercan, yakut ve inayettir.

Dünya gurbet yeridir. Cümle mahlûkata hayat veren, insana kendi ruhundan üfleyen Allah (c.c.)'a kavuşmanın gerçekliği ile yüzleşilmektedir. Nasıl ki insan doğup büyüdüğü iklime, yurda, havasına ve suyuna özlem duyarsa; ait olduğu gerçekliğe kavuşma arzusu ve umuduyla yaşam felsefesini temellendirmelidir. Aidiyet bilincini ahiret merkezli geliştirmeli; ait olmadığı, misafiri olduğu dünyaya çaktığı kazıkları ruhundan söküp atabilmelidir.

Abdalın bir gözünde yaş diğerinde tebessüm parıldar. Gurbetin ağır yükünü yüreğinde hisseder. Bir yandan itinayla yürür dünya yolunu, diğer yanda ise pır pır çırpan yüreğiyle rüzgârı kucaklar. Yola da razıdır kadere de. Derinde hep O'na kavuşmak vardır. Zira onca dikenin, kanayan yaranın ve sınanmanın tek anlamı O'na kavuşmaktır... Ait olmadığın yerde yaşadığın huzursuzluğun tek açıklaması, ruhun içten içe çırpınışıdır. Görünür âlemde cevabını bulamadığın her soru, bağını kuramadığın her sebep-sonuç çatışması ruhta cereyan eden esaslı aidiyet gerilimidir. O'nu hissettiğin her şeyde, bütün çareler hükmünü yitirir; zira tek çare O'dur insana. Açlık ve susuzluğun garibe işlememesi, gurbette nice cefaya göğüs gerebilmesi bu yüzdendir.

Dünyada yaşanan her haz, ruhtaki çırpınan özgürlük kanatlarına vurulan birer prangadır. Kötülüğü sıradanlaştıran her çıkarım, dünyada özgürlük adına çakılan kazıklara meşruiyet arama girişimidir. "Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?!’’demenin diğer ifadesidir. İlk yaratışa güç yetiren, ikinci yaratışa haydi haydi güç yetirecektir. Her imkân meşruiyetini Sünnetullah’tan alır. İmkân, varlığı ve yokluğu birbirine denk olandır. Ol'mak için, varoluş itibariyle daha güçlü bir sebebe ihtiyaç duyandır. "Ol!" emr-i mucibince olandır. "Olma dirse mahvolur ol dem hemân"dır. Oluş evreninde kişioğlu, özgürlüğünü O'na götüren yolu arayıp bulma geriliminde düşünürse, tutsaklığın süfli âleme ait olduğunu görecektir. Her haz bir diken gibi batacak, keyfini kaçıracaktır. Çürüyüp ufalanan kemiklerin, büyük bir özenle yaratıldıktan sonra eriyip giden zamanda çözüldüğünü kavrayacak; can kafesi içerisinde bir türlü çürümeyen, ufalanmayan, saflığını ve enerjisini yitirmeyen gerçekliğin hikmetine kapı aralayacaktır.

Yaşam tezgâhtaki buz gibi eriyip giderken kişi, her an ruhunda yepyeni güçler keşfedecektir. Bu güçlere bazen hormonal devinim diyecek, bazen de gaybî tecessüme yorarak kendi varlığı dışındaki varlıklar ile gayr-i ihtiyari olarak kurduğu etkileşim şeklinde tanımlayacaktır. Her tanımlama öznel nitelikte tezahür ettiğinde bir sınırlamadır. Nesnel nitelikte tezahür ettiğinde ise dil, düşünce ve dış dünya arasında kurulu bağıntıyı kavrama yakınlaştırmadır. Kişi tanıma ulaşmak için bilgiyi elde etme yollarını devreye sokar. Haber, akıl ve duyular bilgiyi elde etme yollarıdır. Ne var ki mevzu gelip bilinmeyene çattığında kuvvet irkilir. Dış dünyaya, hafızasına ve tecrübesine bakar; doğrusal bir karşılık bulamaz. Sanki arada görünmez bir duvar vardır. Her teşebbüsünde kafayı ‘’çaaat’’ diye o duvara çarpar. Sonra görür ki bilme gücü ne kadar ruhta temayüz ediyor ve bilinen tabiiyse, bilinmezlik de bilinmeyenin tabiatıdır. Sır, adı üstünde sırdır. Sırlı olan perdesini aralarsa idrake gölgesi düşecektir. Sır müjdeyi çoktan vermiştir. O’na bakan yüzler ahrette parıldayacak, O’nu görecektir. O’ndan razı olan ve O’nun da kendilerinden razı olduğu kullar sırla aşikâre yüzleşecektir. Rıza, bilinenden hareketle bilinmeyeni sınanarak, kavuşma arzusuyla ve vazgeçmeden arayanların ruhta keşfettiği en yüksek güçtür. Yolculuğu bütünüyle anlamlı kılan, yolun meşakkatini unutturan ve eşi benzeri görülmemiş bir heyecanı can kafesi içinde harekete geçiren güçtür. Rıza başladığında, ikna çoktan kemale ermiş demektir. Yerine oturmayan taşları, taşın altındaki el taşır. Bu elin sahibi insandır. Yaratıcının eli ise taşın da altındaki elin de üzerindedir. Taşı da eli de kuşatmak için hiçbir somutluğa ihtiyaç duymaz. O’nun kudret eli kuşattığı için ne taş, altındaki eli ezip yok eder ne de alttaki el, taşın cisim ve mahiyetine nüfuz ederek başkalaştırır. Yol bellidir. Diken belli. Son belli, sonla başlayan sonsuzluk bellidir. İkna olmak için sonsuzluğa tanık olmaya hacet yoktur. Razı olmak için ise taşın zerresine nüfuz etmeye, hacet yoktur. Yerine oturan taşlar varlığın ve imkânın bilgisini verir bize. Yerine oturmayan taşlar ise varlığın ve imkânın ötesindeki vücubiyetin bilgisini verir. Abdal odur ki elin ve taşın üzerindeki kudret elinden razı olduğu için taşın tabiatından haydi haydi razıdır. Taşın ağırlığından, uzunluğundan, cefasından, hareketinden, her şeyinden razıdır. Bilir ki bütün tanım birimlerinin ötesinde tanıma ihtiyaç duymayan ayan beyan hakikat, asude bir gerçeklik vardır.

Gönül razıdır. Boncuk boncuk alın teri razıdır. Sicim gibi kapkara belirsizliği sabırla kavrayıp aşan akıl, razıdır. Göz, kulak, dil, ten ve nefes razıdır. Can kafesinde gümbürdeyen kalp razıdır. Şeytanı damar damar imanla kovalayan ilahi aşk razıdır. Hakk’tan haberi sarsılarak alan, güvenle veren, uğrunda taşlanıp taşlayana merhamet dileyen, fıtratla temayüz eden çocukların başını sevgiyle okşayan, geride gözü yaşlı koca bir evren bırakan Peygamber razıdır. Dünyada ne kadar garip guraba, yol oğlu varsa hepsi razıdır.

Vazgeç dünyanın orta yerine çaktığın kazıklardan.

Karanlık tutkulardan; başı, ortası ve sonu belirsiz zaman tasavvurundan.

Sonu belli korkulardan, kaygılardan ve pişmanlıklardan vazgeç.

Oyundan, oyalanmaktan, dipsiz moladan,

Küreksiz sandaldan, gölgesiz mağaradan,

Işıksız kalmaktan, prangalarına müptela olmaktan vazgeç.

Vazgeç ey gönül!

Tam razı olacakken, tammm iknanın belini kıracakken tereddüt etmekten,

Bin bir türlü ışıltıdan, alengirli gürültüden ve sarhoşluktan,

Kısa günün kârından, uzun ömrün minnetinden,

Gönül rızasıyla yaptım dediğin işin izzetinden nefsine pay biçmekten,

Ertelemekten, şikâyetten, ümitsizlikten, hiçlikten vazgeç.

Vazgeçmekten vazgeç.

Tertemiz bir sayfaya, besmeleyle başla; devam et. Gurbette özlem, ahrette kavuşma seni bekler.

Akif Emre İBRAHİMOĞLU